Posts tagged ‘koçluk’

Süpermen mi Olmak Lazım?

Süpermen mi olmak gerekiyor, en iyi “ben” ile tanışmak için?

Aslında hepimizin “Süpermen” olduğumuz alanlar var. Güçlü yönlerimizi kullandığımız, yaptığımız işe kendi rengimizi ve enerjimizi kattığımız, potansiyelimizi gerçekten yansıttığımız alanlar var.

Keşfetmek için bir kaç soru ile başlamak isterseniz:

-Çevrenizdeki diğer kişilerden daha farklı Siz neler yapıyorsunuz?

-Saate bakmak hiç aklınıza gelmeden, hatta yorulmadan/ yorgunluğunuzu fark etmeden tüm gün neler yapabilirsiniz?

-Sizi meraklandıran ya da heyecanlandıran alanlar neler?

-Çevrenizde Sizi daha yakından tanıyan kişilere bu soruları yöneltseniz (hatta yöneltin) Sizin güçlü yönleriniz için neler söylüyor olurlar? *Burada kritik bir noktanın altını çizmek gerekiyor. “sen sevgi dolusun”, “hoşgörülüsün” ya da “pek cesursun” dememin devamında bu görüşlerini destekleyecek somut davranış örneklerini de duymak istediğinizi ekleyin.

Güçlü yönlerinizi keşfettiğinizde yaptığınız işin tanımından bağımsız “nasıl değer yaratabileceğinize”, “nasıl keyif alabileceğinize” ve “nasıl daha da verimli olabileceğinize” ilişkin bir reçeteniz oluyor. İşte “anlam” bulabilmek, Maslow’un basamaklarında daha yukarılarda bir dilimde yer alabilmek için ilk adım güçlü yönleri bilmek aslında. Benim öne çıkan güçlü yönüm “merak etmek”. Bu merak dedikodu ve magazin içerikli bir merak değil tabii ki:-) Araştırmalar ne diyor, farklı görüşler nasıl dile getirilmiş, daha da başka bir açıdan baktığımızda neler öne çıkıyor” benzeri bir bilgi açlığı benim merakım. Eğitim danışmanlığı yaparken, işin mutfak kısmında tasarım aşamasında nefis bir geri dönüşü oluyor bu merakın. Daha sonra aynı merakı koçluk süreçlerine ve seminer salonlarına taşıdığımda, bedenen orada olmanın ötesinde, ruhen ve zihnen de orada olabilmek, “güçlü sorular” sorabilmek, “kocaman fil kulaklarıyla dinleyebilmek” gibi hediyelerle keyif alıyorum. İçinde merak olmayan bir koçluk görüşmesi veya seminer sadece sıkıcı tuzsuz bir iş olurdu, asla daah fazlası değil.

Güçlü yönlerin diğer bir faydası ise artık alışkanlığa dönüşen “gelişim alanlarımıza odaklanmam gerekiyor” cümlesine pratik bir çözüm getirmesi. Öne çıkan güçlü yönlerin penceresinden gelişim alanlarına bakmak ve bu bakış açısıyla “şu ana kadar yaptıklarınızdan daha farklı ne yapmak Size iyi gelecektir?” sorusunu sormak çoğu zaman şaşırtıcı yanıtları tetikleyecektir.

Eğer güçlü yönlerinizi daha akademik bir çalışma ile keşfetmek isterseniz:

http://www.authentichappiness.sas.upenn.edu/Default.aspx adresinden VIA Survey of Character Strenghts bağlantısı ile devam edebilirsiniz. Ya da daha kısa bir seçenek için Martin Seligman’ın Gerçek Mutluluk kitabını karıştırabilirsiniz.

Mine Kobal Ok, ACC

Ekim 3, 2012 at 11:13 am Yorum bırakın

Sistem, Davranışlar, Oyun ve Koçluk

Oyunda üç taraf var, birincisi Perakendeci, diğeri Toptancı ve üçüncüsü bira fabrikasındaki pazarlama müdürü. Oyunda müşteri talepleri, devamında perakende satış noktasından toptancıya iletilen talepler, toptancının stok devir hızı, fabrikanın üretim kararları ve satış döngüsü canlandırılıyor. Bir kaç dönem canlandırması sonrasında perakendeci önce artan sonra düşen talepleri yönetmemekten şikayet ederken, stok ve yok satmanın alternatif maliyetinden şikayet etmektedir. Toptancı için de benzer bir hikaye söz konusudur. Göreve yeni başlayan hevesli pazarlama müdürü ilk dönemlerde artan talep karşında “pek başarılıyım” derken biraz sonra “eyvah satamıyoruz” demeye başlamaktadır. Her bir oyuncuya bağımsız olarak sorulduğunda suçlu; talepleri öngörülemeyen müşteri, doğru hizmet sağlayamayan toptancı ya da üretim hattındaki birileri olmaktadır.

Oyundan gerçek hayata geçtiğimizde, alınan kararlar ve devamında yüzleştiğimiz sonuçlar istediğimiz gibi olmadığında aktif bir “günah keçisi” arayışı hiç birimiz için yeni bir haber değil.

Beşinci Disiplinin yazarı Peter Senge bu durumu bütünsel bir bakış ile değerlendiriyor. Adı “Öğrenen Organizasyonlar” kavramı ile tanıdık gelen Senge 1990 yılında yazdığı kitapta davranışların içinde bulunulan ortam ile değerlendirilmesi gerektiğini söylemektedir. Dolayısıyla oyuna döndüğümüzde sisteme bütün olarak bakılması gerektiğini ve iletişimin nasıl çalıştığının incelenmesi gerektiğini anlatır. İçinde bulunduğumuz sistem, davranışları etkiler nokta. Oyuncular arasında iletişimin doğru çalışması ile iş sonuçları da aynı paralelde karlı olmaya başlayacaktır. Buradaki kritik alan sadece iki oyuncu arasındaki iletişim değil, bütün olarak sistemin sağlıklı çalışmasıdır.

İşte tam bu noktada koçluk görüşmelerinde ya da seminerlerde davranış tarzlarına/ iletişim kazalarına dair kocaman, köşeli cümleler kurarken bir daha ve bir daha düşünmek gerekiyor. Ya da hiç kocaman köşeli cümle kurmamak. Kişilerin içinde bulundukları sistemi tam anlamadan, ya da onların tüm açılardan değerlendirme yapabilecekleri bir alan yaratmadan çözüm geliştirmeye çalışmak yeni “günah keçilerine” davetiye çıkartmak olacaktır. Koçlukta ustalık güçlü soruları sorabilmek, değerleri satır aralarında okuyabilmek, büyük resim için alan yaratmak ve tüm bunları yaparken de orada olmamak anlamına geliyor. O yüzden sürekli öğrenci olmak o kadar değerli ki:-)

Meraklısına Not:  MIT MBA programında oynatılan bira oyununu oynamak isterseniz http://beergame.masystem.se

Mine Kobal Ok

Eylül 5, 2012 at 6:30 pm Yorum bırakın

15 Dakika 15 Dakika mıdır?

Soru: Zaman yönetimi seminerlerine inanır mısınız?

Benim yanıtım: Bir seminer yöneticisi olarak ben inanmıyorum. Tüm katılımcıların gözlerinin daha parlayarak geldiği başka kaç program vardır bilmiyorum. Herkes öyle bir ipucu duyacak ki artık her bir şey yetişecek, tüm zaman hırsızları yok olacak, gün de 27 saat olacak gibi bir beklenti ile öylece beklerler. Ta ki ilk kahve molasına kadar, seminer içeriği ile yavaş yavaş tanışmaya başlayıncaya kadar. Bir gününüz nasıl geçiyor? Hangi işler ne kadar zamanınızı alıyor? Peki bu işlerin hangisi öncelikli? Ya acil olanlar hangileri? Bir gün önceden gününüzü programlıyor musunuz? Ajandalarla aranız nasıl?

“Zamanım yetişmiyor, eyvah” diyen zaman yokluğu ile boğuşan insanlar, nasıl organize olacaklarını bilmeyen insanlar değildir. İnsanlar ne yapmaları gerektiğini çok iyi biliyorlar, sadece uygulamada bilmekten öte başka bir şeylere daha ihtiyaçları var. Zaman yönetimine ilişkin önerileri, tabloları biraz da diyet reçetelerine benzetiyorum. İlk bir kaç gün pek bir hevesle çalışıyor olmalarına rağmen, zamanla birlikte heyecan da azaldıkça eski alışkanlıklar kendini göstermeye başlıyor.

Peki çözüm ne? Zamanı daha etkili kullanmayı nasıl öğreneceğiz? Nasıl her bir şey tam da olması gerektiği gibi yetişecek? Hatta aynı anda beş işi halledememenin yaşattığı stresden nasıl kurtulabileceğiz?

Yanıt: Biraz daha derin ve güçlü koçluk sorularına ihtiyacımız olacak bu durumda. Kendi zaman algımızla tanışmak nefis bir koçluk konusu:-)

Kendi içimizdeki sesler neler söylüyor? Yetiştirmeye çalıştıklarımız, “bu da var, sonra da bunu yetiştirmem gerekiyor, ama…” cümleleri bizi ne kadar bloke ediyor? Aynı anda kafamızın içindeki tilkiler (kuyruklarına pek dikkat edip) bir çözüm bekleyen sorundan, diğerine sıçrarken, bir süre sonra neden hala bir gram ilerleyemediğimizi sorguluyor muyuz? Sonrasında günah keçilerini aramaya da başlıyorsak, koçluğumuz gelmiş demektir:-))

İşte bir kaç koçluk sorusu:

-Zamanı nasıl yaşıyoruz? Yaşamın hammaddesi zamanı nasıl algılıyoruz?

-Ne zaman/ hangi sahnelerde yaşadıklarımızın içinde kalıyoruz?

-Ne zaman/ hangi sahnelerde yaşadıklarımızı dışarıdan gözlemliyoruz?

-Ne zaman/ hangi sahnelerde bir saat bizim için gerçekten bir saat oluyor? Ne zaman/ hangi sahnelerde bir saat bizim için çok daha kısa ya da uzun olabiliyor?

-İç zamanınız nasıl çalışıyor? İç zamanınız ne kadar sakin/ ne kadar telaşlı?

Küçük bir egzersiz: Rahatsız edilmeyeceğinizden emin olduğunuz sakin bir yer bulun. Telefon, bilgisayar, televizyon, müzik gibi hiç bir uyarıcı olmasın etrafınızda. Sonra 15 dakika sonrasına alarmı kurun ve hiç saate bakmadan sadece 15 dakikalığına kendi kendinize kalın. 15 dakika sonra kaldığınız yerden günlük yaşam devam edecek, söz.:-) Bu 15 dakika Sizin için nasıl geçiyor? En azından kaç kez saate bakmak istediniz? Kaç dakika kaldığını merak ettiniz? (Bu arada 15 dakika boyunca saate bakmak yasak:-) ) 15 dakika sonrasında 15 dakika Sizin için kaç dakikaydı?

Mine Kobal Ok

Ağustos 16, 2012 at 10:54 am 2 yorum

YolunAçık Yaratıcı Yolculuk Semineri

YolunAçık

Coaching House Yaratıcı Yolculuk Semineri

Önümüze açılan yollar arasından yaptığımız seçimlerle  bugünümüze ulaştık.

Peki yolculuğumuzun devamında neler olacak sizce?

Coaching House olarak, kendi yolculuğumuza çıkmak için farkındalık ve istekle hazırlandığımızda yolumuzun açık olduğunu biliyoruz.

Şimdi de merak ediyor ve size soruyoruz;

  • Çıkmayı çok istediğiniz ancak tam da adını koyamadığınız,
  • Hep çıkmaya niyet edip de ertelemek için bahaneler bulduğunuz,
  • Veya şimdi üzerinde olduğunuz ve yönünü değiştirmek istediğiniz o yola;

Bir fırsat yaratıp doya doya bakabilmek,

İnce ince planlayıp, koordinatlarını yaşam haritanızda belirlemek

Ve yolunuzu bu defa farkındalıkla ve kararlılıkla tekrar seçebilmek

İster miydiniz, cesaret eder miydiniz, keyif  alır mıydınız?

 

Yanıtınız “EVET” ise kendi yolculuğunuzu planlamaya şimdiden hoş geldiniz:-)

 

 

Dışarıya bakan rüya görür, içeriye bakan uyanır. Carl G. Jung

“YolunAçık” programını, kendi yolculuğunu tasarlamak ve yola çıkmak isteyenler için oluşturduk.

Yeni program için mutfağa girdiğimizde kendimize sorduğumuz ilk soru “Yaşamdan nasıl daha keyif alabiliriz?” oldu. “İşten ve sosyal hayattan başlayıp kendi içimize nasıl bir yolculuk tasarlayabiliriz?” diye düşünmeye ve hayal kurmaya devam ettik. Sonrasında kendimize biz nasıl bir program olsa koşa koşa katılmak isteriz diye sorduk.

Öyle bir program olmalı ki;

  • Çok değerli farkındalık sahneleri deneyimleyebilelim,
  • İçinde bilgi olsun, ancak konuşarak, dinleyerek, sessiz kalarak, görerek,bakarak, dokunarak,hissederek,keyif alarak öğrenelim,
  • Sadece öğrenmekle de kalmayalım, sonrasında yaşamımıza taşıyabilelim,
  • Kendimizin; deneyimlemek, olmak istediğimiz halimizle tanışalım,
  • Çevremizdekiler  bu program sonrası  mutluluğumuzu farketsinler, onlara da yansısın,
  • Daha önce katıldığımız hiç bir eğitime/ seminere/ atölye çalışmasına benzememek gibi bir iddiası da olsun.

Sonrasında çok çalıştık, okuduk, sorduk, soruşturduk, düşündük, yazdık, çizdik, sildik, ince ince dokuduk ve sizlerle paylaşmaya hazır yepyeni üç modül oluşturduk;

                                   1. Modül:  Farkındalık

                                   2.Modül:  Gelişim

                                   3.Modül:  Değişim

 

Neden YOLa  Çıkıyoruz?

Koçluk yaklaşımıyla oluşturulan üç modülün sonunda;

  • Yaşamın bütününe daha gülümsüyerek bakmak,
  • Profesyonel, sosyal ve özel yaşamdan daha keyif almak,
  • Kendi yolculuğumuzun rotasını kendimiz çizmek için adım atmış ve detaylı bir plan yapmış olacağız.

Olacaksınız yerine olacağız diyoruz, çünkü iletişimin çok yönlü olduğu bir programa sizleri davet ediyoruz. Sadece bir bilen, öğreten ve öğrenenler yerine, açık ve keyifli paylaşımlarla hep birlikte zenginleşeceğimiz, büyüyeceğimiz, büyüleneceğimiz bir yolculuk tasarladık. Sürpriz konuklar, hikayeler, uygulamalarla yeni renkler yeni rotalar keşfedecek olmanın heyecanını yaşıyoruz.

Siz de kendinizi ve olmak isteyeceğiniz versiyonunuzu keşfetmek istiyorsanız sizinle  yol arkadaşı olmak istiyoruz.

 

                        Bizler düşlerin malzemesiyiz.  W.Shakespeare

Birinci Modül: Farkındalık

Hadi “Yolumuz”a bakalım:-)

Devam eden iki modüle temel oluşturacak ilk modülde özetle duygular, düşünceler ve davranışlar arasındaki ilişkiyi deneyimleyeceğiz.

Bireysel farkındalık ile gerçek anlamda tanışmak, anda kalmayı, akışta olmanın keyfini tatmayı konuşacağız, dinleyeceğiz, anlayacağız ve deneyimleyeceğiz. Böylece hem kendi yaratıcı potansiyelimizle tanışacak, hem de yanıt aradığımız alana yönelik farklı bakış açılarını değerlendirebileceğiz.

Farklı bakış açıları derken kendimiz kaynaklı keyifli deneyimlerin yanısıra, hayal kahramanları, bilim insanları veya antik çağdan  konuklar da davet edeceğiz.

İkinci Modül: Gelişim

Yolculuk nereye bilirsen

 “Yol Açık”

Yolun açık olduğunu bize hatırlatacak kıvılcımı büyütmeye başladığımız Gelişim Modülünde yeni zihinsel alışkanlıklar geliştirmek üzere olası tüm detayları ile yaratıcı yolculuğumuzu tasarlayacağız.

Önce tüm farkındalığımızla yaşamamızın farklı alanlarında nasıl bir başarı/ mutluluk hikayesi yazmak istediğimize karar vereceğiz.

Hikayemizi farklı iç seslerimizden dinleyeceğiz, sonrasında onu nasıl yaşayacağımıza karar vereceğiz. Fon müziğinden, dekor seçimine kadar çekim setini tasarlayacağız. Farklı sahnelerde baş rolü kimlerle paylaşacağımıza, yardımcı rollerde kimleri görmek istediğimize karar vereceğiz.

Nasıl bir yolculuk hikayesini canlandırmak istersiniz? Pembe romantik bir film mi, yoksa bol adrenalinli bir macera filmi mi? Siz karar vereceksiniz

Üçüncü Modül: Değişim

Çantaları hazırlıyoruz: Hadi artık “Yola Çık”

Artık çantamızı hazırlıyoruz. Yolda yanımıza neler almak istiyoruz? Hem tüm ihtiyaçlarımızı karşılaya

cak, hem de hafif bir çanta hazırlamak mümkün mü?

Nereye gidersek gidelim, hep bizimle olacak değerlerimizi nasıl yaşayacağımızı bu modülde konuşacağız ve uygulama adımlarını deneyimleyeceğiz. Başka bir ifadeyle kendimizin en iyi hali olmanın tadını çıkarmaya başlayacağız.

Kendimizle olan ilişkimizden başlayarak, profesyonel,sosyal ve özel yaşamda sade, sakin ve içten halimizi resmedeceğiz.

 

 Güle Güle:)

“YOLuna ÇIK,  çünkü  YOLun AÇIK”  

 

 

 YolunAçık için notlar;

 

Farkındalık, Gelişim ve Değişim’in keyifli olduğu kadar zorlu bir süreç olduğunu biliyoruz. Bu nedenle yolun başındaki yüksek motivasyonunuzu korumak ve  daha da canlandırmak için sizleri yol arkadaşlarınızla biraraya getirmeyi öneriyoruz. Özellikle de çıkılacak bir yolunuzun olduğunu ve yolunuzun açık olduğunu duymanın çok değerli olduğu  dönüm noktalarında:-)

İlk modül: Farkındalık

Tarihler: (Toplam 18,5 sat)

04 Ekim 2012 Perşembe    (19:00-21:30)

05 Ekim 2012 Cuma           (09:30-17:30)

06 Ekim  2012 Cumartesi  (09:30-17:30)

Yer: İstanbul/Avrupa Yakası (Daha sonra yer bilgisi netleştirilecektir)

Katılım Bedeli : 550 TL +KDV

31 Temmuz’a kadar  yapılacak ödemelerinizde % 30 indirim

31 Ağustos’a kadar   yapılacak ödemelerinizde % 20 indirim

15 Eylül’e kadar  yapılacak ödemelerinizde       %10  indirim

Sorularınız için info@coachinghouse.com.tr adresinden bize ulaşabilirsiniz.

Websitemizdeki kayıt formunu doldurarak programa başvurabilirsiniz.

  

 

Haziran 17, 2012 at 2:06 pm Yorum bırakın

“NEDEN”İ olan, “NASIL”a katlanır. Nietzche


İşte tam da bu yüzden, koçluk nedenler için nasıl sorularının cevabını aratmıyor mu?  16 trilyonluk nerolojik yol ve dolayısıyla seçeneğe ulaşmak için neokortekse farkındalıkla çıkabilmek  için ne bekliyoruz ki? Öylesine basit ki esasen, tek bir sözcük, cisim, geçmişte bunu yapabildiğimize dair pozitif bir anıyı canlandırma ile bu mümkün olabiliyor.

Bugün Bebek şenliğine geç de olsa gidebildim. Cumartesi ve pazar gün boyu topuklu ayakkabılarda kalan ben, bir de Arnavutköy’den Bebek’e kadar yürüyünce, artık sızlamanın ötesine geçmişti ağrılarım. Derken nefis bir  müzik kulaklarıma ulaştı. Ne güzel çalıyordu grup ve ne güzeldi ortam. Kalabalıktı çok, herkes ellerinde birası, sallanıp duruyordu.  Müzik ile ben de çoştum, tam da o anın keyfini çıkarttım, ne geçmiş ne gelecek hiç ama hiç düşünmedim.

Sesleri farketmek ve tasniflemek benim için elimde olmadan yapageldiğim bir alışkanlık. İşitsel ağırlıklı bir program var içimde. Ses tonu beni rahatsız eden kişilerden örneğin mümkünse uzaklaşırım. İşim gereği birarada olmam gerekiyorsa, onların farklı güçlü özelliklerine odaklanıp, seslere olan odağımı kaydırırım.  Neden burda bu insanlayım demek yerine, nasıl bu insanla keyif alarak kalabilirim diye düşünürüm. Birebir buluşmaları,  aynı anda konuşan bir sürü kişili ortamlara, tercih ederim.

Bir süredir Algı Yönetimi eğitimi için gruplarla biraraya geliyoruz. Her grubun dinamiği tabii ki bir diğerinden farklı oluyor. Kiminin enerjisi çok yüksek, kimi çok analitik, sorgulayıcı, kimi meraklı ve yeni birşeyler denemeye hevesli. Biz hep bol bol soruyoruz. “Nasıl bir sonuç elde etmeyi hayal ediyorsun? Bu sonuca nasıl ulaşabilirsin? Daha farklı ne yapmak istersin?” diye

Nasıl oluyor da içerik ve örnekler aynı olmasına rağmen, farklı farklı çıktılar, atılacak eylem adımları notları çıkıyor her defasında hayranlıkla seyrediyorum, notlar alıyorum. “Algı” gerçekten de herşey. Herkes kendi için özel olanı farkediyor ve seçiyor.

Gelecekte “mutlu” olmak adına kendileri için birşeyleri farklılaştırmak isteyen katılımcılar hemen nasıl yapabileceklerinin ipuçlarını almaya odaklanıyor. Bir kısmı da gerçekten neden bu böyle diye sorgulama kısmında takılıyor ve bir türlü nasıl yapabileceği sorularını uzunca bir süre duyamıyor.

Benim içimdeki mutluluğu artırmaya yönelik nasıl soruma cevabım;  “yeniden müziği daha aktif hayatına sokmalıyım” oldu. Aktiften kastım esasen basitçe uyanır uyanmaz bir keyifli cd yi çalmak, veya digitürkün müzik kanallarından birine ulaşmak.

Komşulara ayıp olmasın diye bunu yapmaktan hep vazgeçiyordum. Seslere duyarlı olduğum için, saat 23 den sonra TV yi bile kulaklıkla izleyen biri olarak, sabahın köründe de müzik açmıyordum. Hem de kaç senedir.

Bu kış Ankara’da iş için gittikçe evinde kalma fırsatı bulabildiğim bir arkadaşım, benim yüzümden sabah alışkanlığı olan TV haberlerini seyretmeyi terketmek zorunda kalmıştı. Sabah sabah felaket haberlerini savaşçı ses tonuyla sunan spikerleri duyarak güne başlamaya kesinlikle itiraz etmiştim de onun yerine bir müzik kanalına geçmeyi düşünememiştim.

Acaba sizlerin bunca basit farketmediği, ertelediği neleri vardır? Sadece tek birşeyi değiştirmek, kocaman bir sonuç üretebilir. Bu pazartesi benim için böyle başlıyor: Money for nothing/Dire Straits

Can Karaburçak

Haziran 10, 2012 at 11:47 pm Yorum bırakın

Koçluk Kültürü Anket Çalışması 2- Güven

Kurumunuz Ne Kadar Sağlıklı?

Kurumların da bireyler gibi olduğunu biliyoruz. Doğum öncesi sancılar, kendi ayaklarının üzerinde durmadan önceki tay tay dönemleri, sonrasındaki çocuk iyimserliği, ergenlik heyecanı ve devam eden olgunluk dönemi… Hangi kurum hangi aşamada ne kadar kalır ya da bir sonraki adımı atabilir mi sorularının yanıtındaki gizli öznenin “sağlık” olduğunu düşünüyorum. Kurum ne kadar formda ise o ölçüde büyüyecek, var olma nedenini gerçekleştirmek adına “değer” yaratabilecektir.

Kurumun ne kadar sağlıklı olduğunu anlamak için hissedilen “güven” etkili bir başlangıç olacaktır. “Güven” sözcüğüne biraz daha yakından baktığımızda çalışanlar arasındaki güveni, yöneticiler ve çalışanlar arasındaki güveni, çalışanlar ve müşteriler arasındaki güveni görüyoruz.

Geçtiğimiz günlerde tamamladığımız Koçluk Kültürü Anket Çalışmasında merak ettiğimiz güven sorularını 189 katılımcıya yönelttiğimizde aldığımız yanıtlar şöyle oldu:

-Ankete katılanların sadece yarısı zor bir durum söz konusu olduğunda bağlı çalıştığı yöneticisinin kendi yanında olacağını düşünüyor.

-Katılımcıların sadece %37’si güveni sağlamak adına “gerbildirim” süreçlerinin kendi kurumunda etkili çalıştığını düşünüyor.

-Katılımcıların tamamı ise koçluk kültürüne sahip bir kurumda çalışmanın işe bağlılıklarını olumlu yönde etkileyeceği yönünde görüş birliğine sahip.

Soru: Sizin kurumununuz yöneticiye duyulan güven konusunda ortalamayı nasıl etkiliyor?

Soru: Sizin kurumunuzda geribildirim süreçleri nasıl algılanıyor? Profesyonel/ kişisel gelişim için keyifli ve çok yönlü bir süreç olarak mı, yoksa tek taraflı fırça tadında güç gösterileri olarak mı?

Soru: Çalışanlarınızın işe bağlılıklarının artması Sizin için ne anlam ifade ediyor?

İyi haber: Tüm bu soruların yanıtlarını farklı bakış açılarıyla keşfetmek ve uygulama adımlarını tanımlamak adına koçluk süreciyle alınacak çok yol var:-)

 

Mart 22, 2012 at 6:00 pm Yorum bırakın

Hayaller ve Peçeteler

Dünkü Van Gogh sergi programı sonrasında biraz daha romantik bir yazı yazmak sanırım kaçınılmazdı. Van Gogh’un sözlerinin ve muhteşem müzik eşliğinde  dijital olarak tüm salona yansıtıan tablolarının içinde olmak gerçekten çok ilham verici, nefis bir deneyimdi. (Meraklısına küçük not: Henüz dört aylık Eren de tüm gösteri boyunca kıkır kıkırdı.) Kısa rapor sonrası bu yazıyı tetikleyen Van Gogh sözüne artık sıra gelmiş olmalı: “Önce resmimi düşlüyorum, sonra düşümü resmediyorum.”

Her şey bir düş ile başlıyor. Yıldızlardan, müzikten, bir tablodan ya da sessizlikten, ilham perileri  nereden yola çıktıysa artık bir düş için vesile oluyorlar. Sonrasını ise koçluk malzemesi olarak tanımlıyoruz. Hayalin sorumluluğunu almak, odaklanmak, tüm farklı açılardan sorgulamak, eylem adımlarını tasarlamak, yüksek motivasyon ile olası tüm engelleri fırsata dönüştürmek ve son olarak kutlamanın tadını çıkarmak. Ancak koçluk süreçlerinden çok iyi biliyoruz ki, gerçek yaşam bu kadar lineer ilerlemiyor. Bir dolu ön gördüğümüz, görmediğimiz tümsek ile karşılaşabiliyoruz, bazıları boyumuzdan bile kocaman oluyor. İlk küçük engelde vazgeçmemek, daha büyük engellere inat, keyifle ilerleyebilmek için Dan Roam’ın paylaştığı peçtedede saklı küçük bir sırrı var. Dan Roam bir peçete ve bir kalem ile işin sihrini “görsel düşünce” olarak tanımlıyor. Eğer “Cin Ali” çizebiliyorsanız tüm düşüncelerinizi, hayallerinizi hatta duygularınızı bir peçeteye de aktarabilirsiniz, görsel olarak aktarabildiğinizde hayata geçirebilirsiniz, der Dan Roam.

Eğer kocaman hayaller, dokuz yaşında bir çocuğa anlatabilecek kadar sadeleşebiliyorsa, istenen hedef kitleye de aktarılabilecek kıvama gelmiş demektir. Doğru zamanda, doğru şekilde, doğru hedef kitleye aktarılan hayaller artık sadece Sizin değil, onların da hayali olmuştur. Ve gerçekleşir.

Hayallerimize sahip çıkmak, hatta ötesinde gerçekleşmelerinin sorumluluğunu almak için bir peçete nefis bir başlangıç olabilir. Sade ve içten bir başlangıç:-)

http://www.danroam.com/the-back-of-the-napkin/

Mine Kobal Ok

Mart 10, 2012 at 4:05 pm Yorum bırakın

Bir Kelebeğin Koçluk Hikayesi

Koçluğu kişinin kendi kaynaklarına ulaşarak ne istediğini ve eylem adımlarını tanımladığı sistematik bir süreç olarak tanımlıyoruz. Bununla birlikte koçluğun tam olarak ne olduğunu anlatabilmenin bir çok koçu ne kadar zorlayabileceğini de çok iyi biliyoruz. O nedenle Sandro da Silva’nın kelebek metaforuyla paylaştığı hikayede olduğu gibi koçluğun farklı çalışma alanlarından (danışmanlık, mentorluk, rehberlik, terapi) farkını anlatmanın iyi bir başlangıç olacağını düşündük.

Daha iyi uçmak için yeni beceriler öğrenmek isteyen kelebeğe

Danışmanın yanıtı: Senin ihtiyaçlarına özel hazırlamış olduğum plan burada, adım adım uyguladığında istediğin performansa ulaşacaksın.

-Mentorun yanıtı: Sevgili Kelebek, zamanında ben de çok zorlanmıştım. Şimdi bana dikkatle bakmanı istiyorum. Kanatlarımı nasıl kullandığımı iyice anladıysan, sıra sende demektir. Yok hayır, önce başını kaldıracaksın. Aynen böyle, gördün mü?

-Rehberin yanıtı: Demek daha iyi uçabilmek için yeni beceriler kazanmak istiyorsun. Peki daha iyi uçmaktan ne anlıyorsun? Senin için daha iyi uçmak ne demek?

-Terapistin yanıtı: Geçmişte benzer bir gelişim isteğin olmuş muydu? Seni neler zorlamıştı? Şimdi o ana gitmeni istiyorum…

-Koçun yanıtı: Bir ile on arasında bir ölçekte sahip olduğun becerileri değerlendirdiğinde kendini kaçta görüyorsun? Bu görüşmenin sonunda kaçta olmak istersin? Ulaştığını nereden anlayacaksın? Yeni beceriler kazanmak için hangi kaynakların var? Daha farklı kaynaklar neler olabilir? Bu kaynaklara nasıl ulaşabilirsin? Daha iyi uçmanın senin için değeri nedir? Bu konuda motivasyonunu nasıl değerlendiriyorsun? İlk atacağın eylem adımı ne olur? Bu adımı ne zaman gerçekleştirebilirsin?

Sonuç olarak “koç” koçluk alan kişinin tüm kaynaklara sahip olduğunu bilerek kendisinin konuyu tüm açılardan değerlendirebilmesi ve eylem adımlarını belirleyebilmesi için alan yaratan kişidir.

İşte bu nedenle biz “En iyi koç orada olmayan koçtur.” diyoruz:-)

Koçluk ile ilgili tüm sorularınız için info@coachinghouse.com.tr adresinden bize ulaşabilirsiniz.

Mart 1, 2012 at 8:00 am Yorum bırakın

Koçluk Kültürüne Hazır mısınız?

Bir kurum düşünün hiyerarşik ilişkiden bağımsız herkes birbirine geribildirim verebiliyor. Geribildirimi olumlu, yapıcı bir diyalog olarak tanımlıyoruz buarada. Müdürün çalışanına “Bundan sonra müşterinin sözünü kesme, tamam mı?” demesi geribildirim sayılmıyor, bu saptama olsa olsa profesyonelce haddini bildirme/ fırça kontenjanını doldurabilir o kadar. Geribildirim derken sade, sakin, içten, güçlü bir açık uçlu soru ile başlayan diyalogtan söz ediyoruz. “Sence bugünkü görüşme nasıldı?” benzeri bir soru çalışanın değerlendirmesinin alınacağı etkili bir başlangıç olabilir. Koçluk kültüründe geribildirim dediğimizde iki tarafın birbirini “iyi” dinlediği ve eylem adımlarını, B Planlarını paylaştıkları bir süreçten bahsediyoruz. Yöneticinin koçluk eğitimi sonrasında neredeyse ezberlediği açılış sorusundan sonra “bence…” diye başlayan tavsiyeleri de geribildirim olamıyor maalesef. “Bence müşterinin sözünü kesmemelisin.”, “Bence zamanını daha iyi kullanabilirsin.” gibi tavsiye cümleleri koçluk kültüründe geçer not alamıyor.

İki tarafın özellikle koçluk alan tarafın daha çok konuşabilmesi, duygularını, motivasyon kaynaklarını paylaşabilmesi geribildirimin sihri…  Ya da shirli iksir “koçun” ne ölçüde dinleme cesaretine ve sabrına sahip olduğu… Bu sabır ve cesaretin geridönüşü de paha biçilemeyecek kadar değerli olacaktır.

Peki bu ideal geribildirim sürecini, koçluk kültürüne taşıdığımızda, ilk cümledeki “hiyerarşiden bağımsız” ifadesi ne kadar ütopik bir temenni olarak kalır bilemiyoruz. Ancak inanıyoruz ki, çalışanın da yöneticisine geribildirim  verebildiği bir kurumda güven, işbirliği, yaratıcılık ve keyif müthiş olacaktır. Çalışanın yöneticisine geribildirim verebilmesi dar bir tanımla ona gerçekten güvendiğini gösterir, daha geniş bir perspektifte ise kuruma duyulan güvenin yansıması olacaktır. Yöneticisine içtenlikle gerbildirim verebilen, bunun için cesaretlendirilen bir çalışan hiç bir zaman kendisini görev tanımları ile sınırlamayacak, tüm potansiyelini müthiş bir keyif ve enerjiyle işe ve çevresine yansıtacaktır.

Son soru: Çalışanların yöneticilere geribildirim vermesi için neler yapıyorsunuz?

Mine Kobal Ok

Şubat 20, 2012 at 4:18 pm Yorum bırakın

İç sesiniz nasıl cümleler kuruyor farkında mısınız?

Milton Erickson bilinçsiz zihnimizin; açılımlara, fırsatlara, metafor, sembol ve tezatlara tepki verdiğini  incelemiş ve bunu çalışmalarında kullanmış. Burada kurduğumuz cümlelerde kullandığımız kelimelerin önemini vurgulamış.

Kendimize kurduğumuz cümlelerin ne kadar farkındayız? Yakalayabildiğim kadar sık olmak kaydıyla iç sesimin cümle yapısını hemen kağıda dökmeye karar verdim bir süre için. Karşılaştığım cümlelere baktığımda, sonrasında atacağım adımlarımı ne kadar şekillendirdiğin farkediyorum.

Bunu geçmiş “siz” ile de yapmanız mümkün. Hatta oldukça öğretici diyebilirim. Geçmişte almış olduğum ve bana mutluluk vermiş, beni coşturmuş, motive etmiş kararlarım öncesi ruh halimi gözümün önüne getirdiğimde, hemen kendime kurduğum cümleleri hatırlayabiliyorum. (teşekkürler eşsiz beynim)

“Bunu yapabilirsin, yapmak için şöyle organize olursun, şunları koordine edersin, gerçekleştirdiğinde şunları duyacaksın” gibi içimden konuştuğumu hatırlayabiliyorum.  Bu çok önemli bir kelime, çünkü tanımı yapılmış net bir hedefim var,  yapabilirsin pozitif bir yaklaşım, şöyle  organize olmak kısmına geçilmeden once pozitif yaklaşım ile görsel beyin sistemim devreye girmiş. Yapabilsek trilyonlarca seçenek sunabiliriz/görebiliriz, onlarcası da yetmiş bana geçmişte. İşte bu sayede planlayabilmişim, gerçekleşince nasıl hissedeceğimi öngörebilmişim. Tüm bunlar beni o yolda tutmuş.

Başarmak için kapasitem, isteğim,  hatta kendime güvenim varken başarısız olduğum anlara baktığımda hatırladığım iç sesim şunları söylüyordu: “Başına birşeyler gelecek ve yapamayacaksın, hep böyle olmaz mı, seninle alakalı olmasa da sonuç senin istediğin gibi olmayacak.” Yapamayacaksın dediğim an duygusal beyin sistemine kitlenmiş ve tüm olumsuz deneyimlerime takılı kalmışım. Ondan sonrası zaten kendiliğnden oluşmuş, bildiklerimi unutmuş, başarısızlığı tatmışım.

Kendinizi bir işi yapmaya götüren, motive ettiren, heyecanlandıran cümleniz emir kipinden de olabilir. Örneğin beni iç diyoloğumda  motive eden cümle “yapabilirsin” olurken, sizi eden “yapacaksın” olabilir. Önemli olan bunu farkediyor olmanız.

Şimdi oyuna hazır mısınız? İç sesinizi cümleler olarak kağıda dökün bakın nasıl konuşuyor sizinle? Nasıl konuşunca motive oluyorsunuz? Bunu daha da yaygınlaştırıp  kurduğunuz cümleleriniz sonucu, eşinizin, çocuğunuzun ekip arkadaşlarınızın davranışlarına bakın; Milton Erickson’un bize sunduğu ipucunu kullanabilir, önce kendimizin, sonra da paydaşlarımızın bilinçsiz zihnine ulaşıp onlara uygun cümle yapısıyla, sembol metafor ve tezatları kullanarak, güçlü sorular sorarak hayallerini gerçekleştirmede yardımcı olabiliriz. Biz buna koçluk yapmak diyoruz zaten…

Can Karaburçak

Şubat 16, 2012 at 1:08 pm Yorum bırakın

Older Posts


Yeni gönderimlerden haberdar olmak için e-posta adresiniz

Diğer 86 aboneye katılın