Posts tagged ‘Takım’

İçimizdeki Ayna

Duyguların ve davranışların bulaşıcı olduğunu biliyoruz. Gözünün içi gülen birinin karşısında biz de gülümsüyoruz, acı içinde çaresizce kıvranan biri de bize benzer duyguları  yaşatıyor. Hollywood ise ayna nöronların bize hediyesi olan duyguların paylaşımını en çarpıcı şekilde yıllardır kullanıyor; bir macera filminde esas oğlanı kötü adamlar kovalarken biz de heyecanlanıyoruz ya da bir aşk filminin kavuşma sahnesinde biz de göz yaşlarımızı tutamıyoruz. “Senaryoyu yaşıyoruz”, “filmin içine girdik” dediğimizde ayna nöronlarımız çalışıyor aslında.

1990’lı yıllarda Parma Üniversitesinde Giancomo Rizzolatti ayna nöronlar ile tüm bilim dünyasını tanıştırdıktan sonra “ilişki” tanımı da değişmeye başladı. Ayna nöronlarla açıklanan “empati” kavramı, iletişim becerileri seminerlerinin en çok tercih edilen konusu olarak sunumlarda kullanılır oldu. Böylece karşımızdakinin duygularını anlayabilmenin ve devamında onu anladığımızı ifade edebilmenin iletişimin sihirli formülü olduğunu öğrendik. Biraz daha spiritüel bir yaklaşımla karşımızdaki kişinin ayakkabılarından dünyaya bakabilmeyi, aslında öğrenmedik, sadece hatırladıkJ

David Brooks (The Social Animal kitabında) ayna nöronları ne zaman kullanmaya başladığımızı çok da eğlenceli bir şekilde anlatır. Bebekler, kocaman alınları, gözleri ve küçücük burunları ile tüm annelere kendilerini sevdirecek anatomiye sahip olmanın yanısıra, ayna nöronları da muhteşem kullanabilecek beceriyle birlikte doğuyorlar Brooks’a göre. Kendisine gülümseyerek yaklaşan annesine, gülücüklerle karşılık verebiliyor. Böylece sevgili yenidoğan tüm uykusuz geceler için aldığı kredi ile hiç bitmeyecek bir ilişkinin sarsılmaz temellerini atmış oluyor. Daha farklı bir ifadeyle hepimiz dünyaya yeni geldiğimiz günlerde ayna nöronlarımızı mükemmel kullanmayı biliyorduk.

Peki bu bilgiyi profesyonel yaşama ve ilişkilere yansıttığımızda  duygularımızı, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı farkındalıkla nasıl ifade etmeyi seçiyoruz?

Claude Steiner’in 1997’de kullanmış olduğu “duygusal okuryazarlık” kavramı, bence bu soruya verilebilecek en içi dolu yanıt olacaktır. Steiner’e göre karşımızdaki kişi ile yaşadığımız ilişki ve onun duygularını anlama çabamız aslında kendi duygularımızı farkındalıkla yaşayarak gerçekleşebiliyor. Böylece kişinin kendisiyle kurduğu ilişki, diğer kişiyle kurduğu ilişkinin bir yansıması olarak görülebiliyor. Bir parçası olduğumuz takımlar ve ilişkiler karşımızdakini anlamanın ötesinde kendi duygularımızı da farkındalıkla yaşamamıza alan yaratıyor.  Takım arkadaşımızın başarı sevincini ya da hissettiği gerilimi anlayabilmemiz için başlangıç noktamız kendi içimizde aynı duyguları aramak oluyor. Daha geniş bir bakış açısıyla ilişkiler yoluyla sevgili ayna nöronlar takımın bütününü tanımlayan duyguları şekillendiriyor. İşte tam bu nedenden dolayı takım koçluğu çalışmalarında ikili ilişkilerin ötesinde bütünsel bir yaklaşım etkili sonuçlar yaratabiliyor. Duygular, düşünceler ve davranışlardan söz ettiğimizde birbirimize ne kadar da bağlı olduğumuzu farkedebilmek değerli ve çok keyifli bir başlangıç noktası oluyor.

Üzerinde düşünebileceğimiz bir kaç soru:

-Duygu okur yazarlığını ne ölçüde farkındalıkla ve tutarlılıkla sergileyebiliyoruz?

-Çalışma arkadaşlarımız bizi nasıl algılıyorlar?

-Takımı ikili ilşkilerin ötesinde bütünsel bir sistem olarak tanımladığımızda, duygularını nasıl ifade edebildiğini söyleyebiliriz?

-Takımın bir üyesi olarak içinde bulunduğumuz takımın duygularını nasıl zenginleştiriyoruz?

-Bu takımın üyesi olmak duygusal olarak bize neler katıyor?

 

Mine Kobal Ok

Şubat 6, 2012 at 6:20 pm Yorum bırakın


Yeni gönderimlerden haberdar olmak için e-posta adresiniz

Diğer 86 aboneye katılın