Archive for Şubat, 2012

Meraklı Çocuk Olmak

Çocuklar soru sorarlar. Çocuklar çok soru sorarlar.

Çocuklar  bir iki kelime ile asla geçiştirilemeyecek sorular sorarlar.

Çocuklar keşfettikleri yanıtlarla asla yetinmezler, yeni sorular sormaya devam ederler.

Çocuklar yanıtları buldukça mutlu olurlar.

Çocuklar yanıtlardan yeni sorular ürettikçe mutlu olurlar.

Çocuklar gülümserler. Çocuklar mutludurlar.

Peki büyüyünce ne oluyor?

Büyükdükçe, bahanelerimizi de besledikçe, soru sorma cesaretini göstermekten vazgeçiyoruz. Kısa yoldan yanıtlara ulaşmak istiyoruz, bir yerlere yetişme telaşından merak bile edemiyoruz. Cümlelerimizin sonuna “değil mi?” ifadesini ekleyip, soru görünümlü saptamalarda ustalaşıyoruz. Sormadığımız için, zaman içerisinde kendimizi herşeyi bildiğimize inandırıyoruz ve dinlemekten de vazgeçiyoruz. Kavga etmeye başlıyoruz. Neden kavga ettiğimizi bile hatırlamadan sadece kavga ediyoruz. Belki de başka ne yapabileceğimizi unutmuş olduğumuz için, bilmiyorum.

Sonuç en basit anlamda “iletişim kazaları” oluyor. Bazen kendi kendimizle kurduğumuz iletişimi kaybediyoruz bir yerlerde, kendimize hiç soru sormamaya başlıyoruz, bir şeyleri merak etmeyi ertelemeye başlıyoruz. Ve gülümsemeyi, mutlu olmayı erteliyoruz.

Biraz durup düşündüğümüzde hiç bir şeyi erteleme lüksümüzün olmadığını kendimize hatırlatıyoruz. Sevdiğimiz insanların ölüm haberlerini aldığımızda, yaşama söyle bir soru işaretiyle bakıp, gerçekten neyin değerli olduğunu bir an için de olsa tartıyoruz. Ben de bugün kendime tekrar “Ne istiyorum?” sorusunu sordum. Yaşamda benim için gerçekten nelerin değerli olduğunu bir daha hatırladım, sonra da sevdiklerim için şükrettim.

Meraklı çocuk olarak Sizin sorularınız neler?

Hayatı çok ciddiye almayın. Daha ondan canlı kurtulan olmadı. -Elbert Hubbard

Işıklar içinde uyu sevgili Sarı Siyahlı Kardeşim…

Mine Kobal Ok

Şubat 24, 2012 at 12:48 pm Yorum bırakın

Koçluk Kültürüne Hazır mısınız?

Bir kurum düşünün hiyerarşik ilişkiden bağımsız herkes birbirine geribildirim verebiliyor. Geribildirimi olumlu, yapıcı bir diyalog olarak tanımlıyoruz buarada. Müdürün çalışanına “Bundan sonra müşterinin sözünü kesme, tamam mı?” demesi geribildirim sayılmıyor, bu saptama olsa olsa profesyonelce haddini bildirme/ fırça kontenjanını doldurabilir o kadar. Geribildirim derken sade, sakin, içten, güçlü bir açık uçlu soru ile başlayan diyalogtan söz ediyoruz. “Sence bugünkü görüşme nasıldı?” benzeri bir soru çalışanın değerlendirmesinin alınacağı etkili bir başlangıç olabilir. Koçluk kültüründe geribildirim dediğimizde iki tarafın birbirini “iyi” dinlediği ve eylem adımlarını, B Planlarını paylaştıkları bir süreçten bahsediyoruz. Yöneticinin koçluk eğitimi sonrasında neredeyse ezberlediği açılış sorusundan sonra “bence…” diye başlayan tavsiyeleri de geribildirim olamıyor maalesef. “Bence müşterinin sözünü kesmemelisin.”, “Bence zamanını daha iyi kullanabilirsin.” gibi tavsiye cümleleri koçluk kültüründe geçer not alamıyor.

İki tarafın özellikle koçluk alan tarafın daha çok konuşabilmesi, duygularını, motivasyon kaynaklarını paylaşabilmesi geribildirimin sihri…  Ya da shirli iksir “koçun” ne ölçüde dinleme cesaretine ve sabrına sahip olduğu… Bu sabır ve cesaretin geridönüşü de paha biçilemeyecek kadar değerli olacaktır.

Peki bu ideal geribildirim sürecini, koçluk kültürüne taşıdığımızda, ilk cümledeki “hiyerarşiden bağımsız” ifadesi ne kadar ütopik bir temenni olarak kalır bilemiyoruz. Ancak inanıyoruz ki, çalışanın da yöneticisine geribildirim  verebildiği bir kurumda güven, işbirliği, yaratıcılık ve keyif müthiş olacaktır. Çalışanın yöneticisine geribildirim verebilmesi dar bir tanımla ona gerçekten güvendiğini gösterir, daha geniş bir perspektifte ise kuruma duyulan güvenin yansıması olacaktır. Yöneticisine içtenlikle gerbildirim verebilen, bunun için cesaretlendirilen bir çalışan hiç bir zaman kendisini görev tanımları ile sınırlamayacak, tüm potansiyelini müthiş bir keyif ve enerjiyle işe ve çevresine yansıtacaktır.

Son soru: Çalışanların yöneticilere geribildirim vermesi için neler yapıyorsunuz?

Mine Kobal Ok

Şubat 20, 2012 at 4:18 pm Yorum bırakın

İç sesiniz nasıl cümleler kuruyor farkında mısınız?

Milton Erickson bilinçsiz zihnimizin; açılımlara, fırsatlara, metafor, sembol ve tezatlara tepki verdiğini  incelemiş ve bunu çalışmalarında kullanmış. Burada kurduğumuz cümlelerde kullandığımız kelimelerin önemini vurgulamış.

Kendimize kurduğumuz cümlelerin ne kadar farkındayız? Yakalayabildiğim kadar sık olmak kaydıyla iç sesimin cümle yapısını hemen kağıda dökmeye karar verdim bir süre için. Karşılaştığım cümlelere baktığımda, sonrasında atacağım adımlarımı ne kadar şekillendirdiğin farkediyorum.

Bunu geçmiş “siz” ile de yapmanız mümkün. Hatta oldukça öğretici diyebilirim. Geçmişte almış olduğum ve bana mutluluk vermiş, beni coşturmuş, motive etmiş kararlarım öncesi ruh halimi gözümün önüne getirdiğimde, hemen kendime kurduğum cümleleri hatırlayabiliyorum. (teşekkürler eşsiz beynim)

“Bunu yapabilirsin, yapmak için şöyle organize olursun, şunları koordine edersin, gerçekleştirdiğinde şunları duyacaksın” gibi içimden konuştuğumu hatırlayabiliyorum.  Bu çok önemli bir kelime, çünkü tanımı yapılmış net bir hedefim var,  yapabilirsin pozitif bir yaklaşım, şöyle  organize olmak kısmına geçilmeden once pozitif yaklaşım ile görsel beyin sistemim devreye girmiş. Yapabilsek trilyonlarca seçenek sunabiliriz/görebiliriz, onlarcası da yetmiş bana geçmişte. İşte bu sayede planlayabilmişim, gerçekleşince nasıl hissedeceğimi öngörebilmişim. Tüm bunlar beni o yolda tutmuş.

Başarmak için kapasitem, isteğim,  hatta kendime güvenim varken başarısız olduğum anlara baktığımda hatırladığım iç sesim şunları söylüyordu: “Başına birşeyler gelecek ve yapamayacaksın, hep böyle olmaz mı, seninle alakalı olmasa da sonuç senin istediğin gibi olmayacak.” Yapamayacaksın dediğim an duygusal beyin sistemine kitlenmiş ve tüm olumsuz deneyimlerime takılı kalmışım. Ondan sonrası zaten kendiliğnden oluşmuş, bildiklerimi unutmuş, başarısızlığı tatmışım.

Kendinizi bir işi yapmaya götüren, motive ettiren, heyecanlandıran cümleniz emir kipinden de olabilir. Örneğin beni iç diyoloğumda  motive eden cümle “yapabilirsin” olurken, sizi eden “yapacaksın” olabilir. Önemli olan bunu farkediyor olmanız.

Şimdi oyuna hazır mısınız? İç sesinizi cümleler olarak kağıda dökün bakın nasıl konuşuyor sizinle? Nasıl konuşunca motive oluyorsunuz? Bunu daha da yaygınlaştırıp  kurduğunuz cümleleriniz sonucu, eşinizin, çocuğunuzun ekip arkadaşlarınızın davranışlarına bakın; Milton Erickson’un bize sunduğu ipucunu kullanabilir, önce kendimizin, sonra da paydaşlarımızın bilinçsiz zihnine ulaşıp onlara uygun cümle yapısıyla, sembol metafor ve tezatları kullanarak, güçlü sorular sorarak hayallerini gerçekleştirmede yardımcı olabiliriz. Biz buna koçluk yapmak diyoruz zaten…

Can Karaburçak

Şubat 16, 2012 at 1:08 pm Yorum bırakın

Kutunun İçinde Kalmak

Bir çok kurumsal şirket artık insanlarını kaynak gibi kullanmanın ötesinde onların yeteneklerini değerlendirmek üzerine yapılanıyor. Departman, yönetici isimleri Yetenek Yönetimi olarak değişiyor. Ne fark ediyor? Ya da neyin farklı olması hedefleniyor?

-Çalışanlarım üretim/ hizmet sürecinde kullanılan kaynaklardan daha ötede yetenekleri ve bilgileriyle varolması hedefleniyor.

-İş ortamının çalışanların yeteneklerini keşfedebileceği ve devamında geliştirebileceği şekilde yapılandırılması isteniyor.

Sanayileşme sürecinin tamamlandığı, “hayal etmenin bilgiden daha önemli olduğu” yeni dünyada kurumların ve çalışanların yetenekleri paralelinde büyüyebileceğini düşünüyorum. Bununla birlikte sorumluluğun da her iki tarafın omuzularında olduğuna da inanıyorum.

Küçük Bir Sır

Takım elbiseli ve “ciddi” iş dünyasında oynuyorsanız, ilgi duyduğunuz bir sanat alanını keşfedin, sonrasında yeteneğinize ihanet etmemek adına bol bol resim yapın, öykü yazın, şarkı söyleyin ya da gitar çalın. Sanat iddialı bir ifade ise hobi sözcüğünü de kullanabiliriz, hatta böylelikle pasta süslemesinden, yelken gibi spor alanlarına da geçiş bile yapabiliriz.

Renkli ve “eğlenceli” sanat dünyasındaysanız, iş dünyası ile ilgilenmeye başlayın, bırakın yaşmınıza mikro ve makro ekonomik değişkenler, finansal analizler, bilançolar, kaynak kullanım tabloları girsin. Belki de tahmin ettiğinizden daha fazla keyif alacaksınız, kim bilir? Ancak bildiğimiz işinize gerçekten çok yarayacağı:-)

Yaşamımızı sürdürmek için para kazandığımız alanı, yeteneğimizin olduğu sanat/ hobi ile bütünleştirebildiğimiz noktada, deneyimlediğimiz keyfin geri dönüşü  yaratıcılığımız ve  keşfettiğimiz anlamın büyümesi oluyor. Böylece kutunun dışına çıkmak yerine, kendimize kocaman renkli bir kutu inşa ediyoruz. Ve kutunun içinde yeteneğimizi yaşıyoruz:-) İşte küçük sır.

Söylemesi, yazması kadar uygulaması kolay mı? Biraz yetenek gerekiyor sadece…

Mine Kobal Ok

Şubat 15, 2012 at 9:41 am Yorum bırakın

Tal Ben Shahar’dan Mutluluk Üzerine Notlar

Okul yıllarında ders programımızda “Mutluluk” dersi olsa nasıl olurdu? En azından okul sonrasında ne işime yarayacak sorusunu hiç aklımıza getirmeden koşa koşa bu dersi alırdık. Son yıllarada Harvard Üniversitesi’nde “Nasıl mutlu olunur?” sorusu ile temellenen Pozitif Psikoloji dersinde olduğu gibi…

Tal Ben Shahar’ın dersinde paylaştığı 10 ipucu

1.Sizi neyin mutlu ettiğine dair farkındalık kazanın

“Beni ………. …………………… ……………….biraz/ daha çok mutlu edecektir.” cümlesindeki boşluğu nasıl doldurmak istersiniz? Tal Ben Shahar küçük adımların daha motive edici olduğunu söylerken, nesneler yerine deneyimlere odaklanmak gerektiğini de vurguluyor. Banka hesabınızda daha yüksek bir meblağ olması değil, ailenizle birlikte daha çok zaman geçirebilmek, seyahat edebilmek ya da finansal anlamda rahatlık gibi deneyimlerin bu çalışmada etkili olduğunu söylüyor.

2.Zevk ve anlamı dengeleyin

Aristo’dan bugüne bir çok alanda kullanılan “altın oran”dan bahsediyor Tal Ben Shahar. Hem yaşamımıza anlam katabilmek için uzun vadeli bir hedefimizin olması, hem de yolculuğun keyifli ve zevkli olması doğru bir yaklaşımla mümkün olabiliyor. Sağlıklı olmak uzun vadeli bir hedef ise, tatsız, tuzsuz saplar ve kökler dışında yemekten zevk alabileceğimiz seçenekler yaratabiliriz.

3.Mutluluk nihai amacınız olmasın

Mutluluk varılacak bir adres değil ki. Mutlu insanların daha güçlü dostlukları olduğunu biliyoruz, ancak denklem bu aşamada iki yönlü çalışmıyor. Daha mutlu olmak amacıyla yeni arkadaşlıklar edinmek bizi mutlu kılmıyor.

4.Ritüeller yaratın

Tal Ben Shahar mutluluk ritüellerinin çalıştığına inanıyor. Günün iyi haberini yazacağınızi, hatta resmedeceğiniz bir ajanda/ not defteri, sabah uyandığınızda yatağınızın başucunda Sizi bekleyen küçük bitter çikolata, 5 dakika meditasyon ya da duştaki şarkınız Size her ne iyi geliyorsa…

5.110 yaşındaki Sizi hayal edin

110 yaşındaki Siz akşam yemeğe gelse, sohbet konunuz ne olurdu? 110 yaşındaki Siz, şimdiki zamandaki Size neler derdi? Üzerinde kağıt kalem ile birlikte düşünmeye değer bir soru

6.Yaşamınızı sadeleştirin

Fiziksel olarak yüklerinizden kurtulmak ile birlikte, duygusal anlamda da hafiflemeye çalışmak bu cümlenin içinde yeralıyor. “Olumlu Hayır” demeyi öğrenmenin Sizi ne kadar özgürleştiebileceğini ve mutlu edebileceğini düşününün.

7.Zihniniz ve bedeniniz uyumlansın

Sağlam kafa ve vücüt eşitliğini çok iyi biliyoruz, bununla birlikte çoğu zaman hatırlamaya ihtiyacımız olabiliyor. Sağlıklı beslenmek, egzersiz, düzenli uyku kendimizi de iyi hissetmemizi sağlayacaktır. Tal Ben Shahar der ki; “Bedeninize iyi bakın.”

8.Duygularınıza sarılın

Sevgi, şevkat, merhamet gibi olumlu duygularınız ile birlikte kıskançlık, kızgınlık, öfke gibi olumsuz duygularınıza da sarılın. Eğer onları yok sayarsanız, ya da yok etmeye çalışırsanız daha da güçleneceklerdir. Farkındalıkla parantez içine almak, kabul etmek ve devamında seçimimizi farklı bir yönde yapmak bizi daha mutlu kılacaktır.

9.Başlangıç noktanız kendi tutumunuz olsun

Neye odaklanırsak ondan sonuç alıyoruz. “Her şeyde bir hayır vardır” diyebiliyorsak ve inanarak tutumlarımızı şekillendirebiliyorsak daha mutlu da olabiliyoruz.

10.Mutluluk değerlendirme kriteriniz olsun.

Karar alma kriteriniz para yerine mutluluk olsun. Tal Ben Shahar zorlandığımız seçimlerde kendimize “Mutluluğu ne karşılığında tercih ediyorum ya da etmiyorum?” sorusunu yöneltmemizi öneriyor.

Harvard Üniversitesindeki dersi merak ediyorsanız Tal Ben Shahar’ın kitapları keyifli bir tercih olacaktır.

Mine Kobal Ok

Şubat 10, 2012 at 9:10 am Yorum bırakın

Sınıf içi Eğitimler Ne Kadar Etkili?

Eğitim programları düzenleyen bir firma olarak zorlayıcı bir soru sorduğumuzu biliyorum. Bununla birlikte sınıf içi programlarının ne kadar etkili olduğunu, uygulamada/ sahada ne ölçüde değer yaratabildiğini Coaching House olarak sorgulamayı seviyoruz.

Siz ne düşünüyorsunuz?

İşte Coaching House olarak yanıtımız;

Önce sınıf içi eğitimlerin inandığımız artıları:

-Öğrenci olmanın keyifli ve büyüten bir deneyim olduğundan yola çıkarak eğitim atmosferinin katılımcıların kendilerini daha objektif değerlendirebilecekleri bir alan yarattığını söyleyebiliriz.

-Katılımcıların eğitim yatırımını kurumun kendilerine verdiği değerin göstergesi olarak konumlandırmasının, motivasyonlarını olumlu yönde etkilediğini biliyoruz.

-Katılımcılar sınıf içi eğitimlerde en iyi uygulama örneklerini ve sorularını birbirleriyle paylaşabilirler, böylece çok yönlü bir öğrenme süreci çalışır.

-Sınıf içi eğitimlerde uygulama ve rol çalışmalarında yapılan hatalar sıfır maliyetiyle tüm katılımcılar için bir hediye niteliğindedir.

-Kurum genelinde ortak bir yaklaşım geliştirmek için güçlü bir temel oluşturur.

Şimdi de soru işaretleri:

“Harita arazi değildir” cümlesi benzerini eğitime taşırsak “eğitim ortamı gerçek dünya değildir” diyebiliriz.

Eğitimlerde hata yapmanın maliyetinin olmadığı tamamen güvenli bir ortamda vakalar üzerinden çalışmak kuşkusuz çok değerli olmaktadır. Ancak masanın hangi tarafında olursak olalım hepimiz çok iyi biliyoruz ki; gerçek dünya eğitim içeriğindeki senaryolardan çok daha karmaşık ve öngörülemeyen değişkenlerle dolu… Aslında işin keyifli yanı da biraz da burada saklıJ

Coaching House olarak neleri farklı yapıyoruz?

Sınıf içi eğitimlerdeki bilgi ve beceriye yönelik odağımızı “Farkındalık, Gelişim ve Değişim” sürecinin sadece bir bölümü olarak konumlandırıyoruz. Sınıf içi programların devamında sürekli öğrenmeyi, gelişimi ve değişimi nasıl destekleyebileceğimizi tasarlıyoruz. Bu noktada saha gözlemleriyle birlikte en güçlü aracımız “koçluk” oluyor.

Yapılan çalışmalar eğitim sonrasındaki koçluk sürecinin davranış ve tutum değişikliğine olan katkısını somut olarak açıklıyor.

Koçluk yaklaşımı neler katıyor?

-Sürekli öğrenme sürecini destekliyor.

-Katılımcıların davranış değişikliği için motivasyon kaynaklarına ulaşıyor.

-Katılımcıların kendi güçlü yönlerini keşfetmeleri için alan yaratıyor.

-“Ne? ve Nasıl?” sorularının devamında sürdürülebilirlik için “Neden?” sorusuna odaklanılabiliyor.

Mine Kobal Ok

 

 

Şubat 9, 2012 at 11:27 am Yorum bırakın

İçimizdeki Ayna

Duyguların ve davranışların bulaşıcı olduğunu biliyoruz. Gözünün içi gülen birinin karşısında biz de gülümsüyoruz, acı içinde çaresizce kıvranan biri de bize benzer duyguları  yaşatıyor. Hollywood ise ayna nöronların bize hediyesi olan duyguların paylaşımını en çarpıcı şekilde yıllardır kullanıyor; bir macera filminde esas oğlanı kötü adamlar kovalarken biz de heyecanlanıyoruz ya da bir aşk filminin kavuşma sahnesinde biz de göz yaşlarımızı tutamıyoruz. “Senaryoyu yaşıyoruz”, “filmin içine girdik” dediğimizde ayna nöronlarımız çalışıyor aslında.

1990’lı yıllarda Parma Üniversitesinde Giancomo Rizzolatti ayna nöronlar ile tüm bilim dünyasını tanıştırdıktan sonra “ilişki” tanımı da değişmeye başladı. Ayna nöronlarla açıklanan “empati” kavramı, iletişim becerileri seminerlerinin en çok tercih edilen konusu olarak sunumlarda kullanılır oldu. Böylece karşımızdakinin duygularını anlayabilmenin ve devamında onu anladığımızı ifade edebilmenin iletişimin sihirli formülü olduğunu öğrendik. Biraz daha spiritüel bir yaklaşımla karşımızdaki kişinin ayakkabılarından dünyaya bakabilmeyi, aslında öğrenmedik, sadece hatırladıkJ

David Brooks (The Social Animal kitabında) ayna nöronları ne zaman kullanmaya başladığımızı çok da eğlenceli bir şekilde anlatır. Bebekler, kocaman alınları, gözleri ve küçücük burunları ile tüm annelere kendilerini sevdirecek anatomiye sahip olmanın yanısıra, ayna nöronları da muhteşem kullanabilecek beceriyle birlikte doğuyorlar Brooks’a göre. Kendisine gülümseyerek yaklaşan annesine, gülücüklerle karşılık verebiliyor. Böylece sevgili yenidoğan tüm uykusuz geceler için aldığı kredi ile hiç bitmeyecek bir ilişkinin sarsılmaz temellerini atmış oluyor. Daha farklı bir ifadeyle hepimiz dünyaya yeni geldiğimiz günlerde ayna nöronlarımızı mükemmel kullanmayı biliyorduk.

Peki bu bilgiyi profesyonel yaşama ve ilişkilere yansıttığımızda  duygularımızı, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı farkındalıkla nasıl ifade etmeyi seçiyoruz?

Claude Steiner’in 1997’de kullanmış olduğu “duygusal okuryazarlık” kavramı, bence bu soruya verilebilecek en içi dolu yanıt olacaktır. Steiner’e göre karşımızdaki kişi ile yaşadığımız ilişki ve onun duygularını anlama çabamız aslında kendi duygularımızı farkındalıkla yaşayarak gerçekleşebiliyor. Böylece kişinin kendisiyle kurduğu ilişki, diğer kişiyle kurduğu ilişkinin bir yansıması olarak görülebiliyor. Bir parçası olduğumuz takımlar ve ilişkiler karşımızdakini anlamanın ötesinde kendi duygularımızı da farkındalıkla yaşamamıza alan yaratıyor.  Takım arkadaşımızın başarı sevincini ya da hissettiği gerilimi anlayabilmemiz için başlangıç noktamız kendi içimizde aynı duyguları aramak oluyor. Daha geniş bir bakış açısıyla ilişkiler yoluyla sevgili ayna nöronlar takımın bütününü tanımlayan duyguları şekillendiriyor. İşte tam bu nedenden dolayı takım koçluğu çalışmalarında ikili ilişkilerin ötesinde bütünsel bir yaklaşım etkili sonuçlar yaratabiliyor. Duygular, düşünceler ve davranışlardan söz ettiğimizde birbirimize ne kadar da bağlı olduğumuzu farkedebilmek değerli ve çok keyifli bir başlangıç noktası oluyor.

Üzerinde düşünebileceğimiz bir kaç soru:

-Duygu okur yazarlığını ne ölçüde farkındalıkla ve tutarlılıkla sergileyebiliyoruz?

-Çalışma arkadaşlarımız bizi nasıl algılıyorlar?

-Takımı ikili ilşkilerin ötesinde bütünsel bir sistem olarak tanımladığımızda, duygularını nasıl ifade edebildiğini söyleyebiliriz?

-Takımın bir üyesi olarak içinde bulunduğumuz takımın duygularını nasıl zenginleştiriyoruz?

-Bu takımın üyesi olmak duygusal olarak bize neler katıyor?

 

Mine Kobal Ok

Şubat 6, 2012 at 6:20 pm Yorum bırakın


Yeni gönderimlerden haberdar olmak için e-posta adresiniz

Diğer 86 aboneye katılın