Archive for Şubat, 2013

Hikaye Anlatmak-Story Telling

Hikaye Anlatmak-Story Telling

Unknown

Bugün nefis bir seminerdeydim. Tam da inandığım, yapmaktan keyif aldığım, yapamadığım zamanlarda ise bedelini ödediğimi bildiğim bir gerçekten bahsedildi.

Hepimiz esasında hikaye yazarıyız. Biriyle tanıştığımızda onunla ilgili bir hikaye canlanıyor kafamızda. Doğru yanlış önemi yok. Önemli olan bu hikayeye bizim inanıyor oluşumuz. Öyle ki yıllar sonra sanki başka biri bize o hikayeyi anlatmış gibi geliyor ve “Ay nerden kimden duymuştum hatılamıyorum ama galiba o şöyle şöyle söylemişlerdi onun için” derken bulabiliyoruz kendimizi .

Öyleyse ciddi bir sorumluluğuz var hayata karşı. Hikayeler özellikle kan, hiddet, gözyaşı içeriyorsa kötü haber çabuk yayılır misali hızla yayılıyorlar. Çoğumuzun tahmin ettiğinin tersine aslında olumlu hikayeler daha çabuk yayılıyor. Çünkü insanlar kendi yaşadıklarına benzer hikayleri duymayı seviyorlar, veya kendi durumlarından pamuk, mutlu bir hikaye yaratmış kişilerin hikayeleri ile iyileşiyorlar.

Hangi düşünceyi seçersek oyuz evet, hangi hikayeyi yazıyorsak da onun baş kahramanı oluyoruz.

O zaman neden pembe olmasın bu hikayeler ve sonu mutlu bitmesin?

“Bana hikaye anlatma” derler; bilakis bana hikaye anlat olumlusundan, insanı yüreklendireninden olsun.

Şubat 27, 2013 at 12:03 am Yorum bırakın

Yuvayı Sadece Anne Babalar mı Sunar?

Can Karaburçak/15.02.2013

images-3

Şimdiyi yaşamak, şimdinin keyfini çıkarmak çok değerli. Bunu biliyoruz.

Ya tam da şimdi, herşeyi güzelce kurgulamışken ve memnun mesutken hayat ummadığım sürprizleri getirmişse? Onların nereden ve neden geldiğini anlamakta zorlanıyorsam? Rahatım bozulmuşsa ve pek de benim kontrol alanımda değilse olan şeyler? Çok sevdiğim birileri hayatlarını etkileyen şeyler yüzünden bir değişim yapmak zorundaysa ve sadece ben öyle olduğu gibi kalsın istiyorum diye bu değişim benim canımı sıkıyorsa?

İşte kendimle yüzleşme zamanı. Çok mutluyum bu fırsatı bulduğum için. Bu aşamada karşılaştığım bu halimi severek ve biraz da gururlanarak izliyorum. Adalet benim hep en güçlü yönüm olmuştu, iyimser oluşum da. Olmakta veya olmaya gebe şeyler, şu an benim bilmediğim, öngöremeyeceğim kimbilir ne zenginlikleri getirecek hayatıma diye düşünmek dururken niye endişeleneyim ki? Üstelik sadece bu bakış açısı ile yanımdakini doğru yönlendirmek için adil olmaya zorlanmıyorum bile, başka türlü davranmam mümkün değil.

Geçen gün bir yakın bir arkadaşım ticari anlamda kendini bekleyen riskler yüzünden ne kadar mutsuz olduğunu anlatıyordu. Dikkat ettiğimde sözlerine, aslında en çok da henüz belli olmayan negatif hikayeleri hiç durmadan bana, etrafındaki yakınlarına habire anlatıyor anlatıyordu. Yüzü gerilmiş, sesi ağlamaklı ve adeta anlattıkları başına gelmiş gibiydi. Belki de hiç olmayacaktı bu anlattıkları. Boşa ızdırap çekiyordu. Tahmin ettikleri olursa eğer (Allah korusun) yapacakları o zamanki koşulların sağladığı en doğru şeyler olacaktı kuşkusuz. Evet olayları öngörmek, uzgörmek çok önemli. Buna göre tedbir almak da. Ancak kendini kendi uydurduğun hikayelerin sarmalına dolamak, işte bu çok yanlış. İnsan kendine ve çevresindekilere niye bunu reva görür ki?

Varsayıyorum ki şu an 2033 yılındayız.Tam 20 yıl sonra, ben 70 yaşındayken, o günden bugüne bakıp, hayatımda oluşan değişime nasıl tepki vermiş olduğumu gözlemliyorum. Dışarıdan bakıyorum. Tam da bugünkü gibi davranıyor olduğum için kendimi tebrik ediyorum, 70 yaşındaki Can olarak.

Biliyorum ki bazen birileri birilerine yuva olur, bu illa anne baba, karı-kocanın kurduğu yuva olmayabilir. Arkadaşlar bazen insana kalıp dinlenebileceği, kendini gerçekleştireceği bir ortam sunar, bunu da pek böyle planlamadan yapar üstelik, ve farketmeden. Sonra o yuvayı belki tamamen, belki de belli bir süre için terketmek gereği doğar. Ne kadar süre ile olacağını kimse bilemez. Herkes şaşkındır ama zamanı gelirmiştir. Gitmişimdir ben de kimbilir kaçtane yuvadan. Mutlaka.

O yüzden de tam da 70 yaşımdayken bugünüme belki de yıllar öncesinde mola aldığım bir yuvadan ve oranın sağladığı güven ve mutluluk ile bakıyorum. “İyi ki bu adımları atmışım ve olayları iyimser tarafından ele alıp kendime olumlu hikayeleri yaratmışım” diyorum.

Aferim bana☺)

Şubat 15, 2013 at 7:58 pm Yorum bırakın

Geribildirim Kaça Ayrılır?

GTEK_FeedbackGeribildirim Sizce kaça ayrılır? Olumlu ve olumsuz geribildirim olarak ikiye mi ayırıyorsunuz? “Remarkable Leadership” kitabının yazarı Kevin Eikenberry bu soruya işin içine zaman boyutunu da katıp dörde ayırmayı öneriyor.

1. Olumsuz geribildirim: Geçmişte pek de iyi gitmeyenler
2. Olumlu geribildirim: Geçmişte iyi gidenler
3. Olumsuz ileribildirim: Gelecekte pek de iyi gitmeyebilecek her ne varsa
4. Olumlu ileribildirim: Gelecekte iyi gidebilecek her ne varsa

Geribildirimin olumlu cümleler ve gelişim alanlarını dengelemesi her iki taraf için de iyi bir tat bırakması açısından çok değerli, ancak sadece geçmişi konuşmak kontrol edemeyeceğimiz, değiştiremeyeceğimiz bir şeyleri konuşarak haddini bildirim anlamına da geliyor. İşte bu nedenle geçmişten ders aldıktan sonra gelecek ile de dengeli bir konuşma değerli olacaktır.

Kevin Eikenberry ile devam edip onun denge için beş önerisini de paylaşmak istedim.
1. Dört başlığın da değerli olduğunu anlayabilmek iyi bir başlangıç noktası olacaktır.
2. Kişinin yetkinliği ve bağlılığı paralelinde onun görüşlerini, hissettiklerini anlamak amacıyla soru sormak tüm süreci uygulama için de anlamlı kılacaktır.
3. Noktaları birleştirmek, geçmiş ve gelecek arasındaki köprüyü inşa etmek nefis bir lider/ yönetici özelliği.
4. “Ama”, “ancak” sözcüklerini daha az “ve” sözcüğünü daha sık kullanarak pastayı büyütmek iş sonuçlarına ve motivasyon düzeyine iyi gelecektir.
5. Geleceğe odaklandığınızda, eylem adımlarını netleştirdiğinizde ve bunun içine de duyguları katabildiğinizde değer de yaratabiliyorsunuz.

Mine Kobal Ok, ACC

Şubat 15, 2013 at 7:41 pm Yorum bırakın

Pinokyo’nun Burnu

fft99_mf2822015Sabah nefis kızarmış ekmek kokusu, üzerinde dumanı ile yeni demlenmiş çay ve sevgiliniz ile birlikte kahvaltı masasındasınız. Bol koşturmalı bir güne başlamadan önce biraz sohbet etmek iyi gelir hevesiyle elindeki telefonu ile oyalanan sevgilinize pek de düşünmeden soruyorsunuz “Nerelerde geziniyorsun?” Gelen cevap müthiş “Facebook’dayım, eski kız arkadaşımın son tatil fotoğraflarına bakıyorum. Acaba ayrılmasaydık nasıl olurdu diye düşünüyorum.”
İşte asansörden indiniz masanıza doğru kafanız yerde ilerlerken en müdürünüz Size soruyor “Nasılsın bugün?” Hiç de istemeden ağzınızdan çıkanları hayretle duyuyorsunuz. “Aslında işten ayrılsam mı diye düşünüyorum, hatta bir kaç yere haber bile gönderdim.”
İş sonrası üniversite arkadaşlarınız ile buluşuyorsunuz. Çok yıl sonra da hala pek fit olduğunuzu bağıran halinize inat “Aaa son gördüğümden bu yana kilo aldın di mi?” cümlesini duymak hiç de iyi gelmiyor.

Jim Carey’nin “Yalancı Yalancı” filmi gerçek olsa Sizce nasıl olurdu?

Yalanı sevmiyoruz. “Yalancısın sen” nasıl ağır bir hakaret cümlesi. Yalan da söylemiyoruz desek de “nezaket”, “görgü”, “uyumlu olmak” kılıfları ile yalan söylüyoruz. Pembe, beyaz, küçük ya da büyük. Bu konuda çalışan psikologlardan Bella de Paulo’nun araştırma sonuçları ortalama bir insanın günde bir buçuk yalan söylediğini söylüyor. Artı, eksi, kocaman ya da zararsız ortada bir buçuk porsiyon yenilmesi, yutulması zor yalan var.

İşte tam bu noktada bir kaç koçluk sorusu iyi geliyor:
-Dönüp kendimize baktığımızda söylediğimiz yalanları toparladığımızda neler fark ediyoruz? Kime/ kimlere yalan söylüyoruz? Hangi sahnelerde yalan iyi bir kurtarıcı oluyor?
Ve esas soru “Yalana ihtiyaç duymamızın altında öylece yatan nedenin adı ne?”
Mine Kobal Ok, ACC

Şubat 8, 2013 at 6:46 am 2 yorum


Yeni gönderimlerden haberdar olmak için e-posta adresiniz

Diğer 86 aboneye katılın