Archive for Ekim, 2012

Bu Bir Bayram Yazısıdır:-)

İyi bayramlar:-)

Hepimizin bayramları sevmek için benzer ya da farklı nedenlerimiz olduğunu düşünüyorum. Kalabalık iş yaşamı arasında nefes almak, sevdiklerimizle birlikte olabilmek, tatile gitmek… Her ne ise bizim için bu dönem öne çıkan neden, bayramlar iyi geliyor.

Bu bayramın benim için en keyifli hediyesi Eren ile daha çok zaman geçirmek, daha çok Eren biriktirmek:-) Eren’in mutlu bir bebek/ çocuk olması hepimiz için çok değerli. Bunun için özen göstermenin ötesinde çok sevdiğim Alman disiplini ile hep birlikte uyguladığımız kurallarımız da var. Televizyon yasağı, uyku düzeni, yenmesi gereken sebzeler, kuzular ve balıkların ötesinde Eren’e verebileceğim çok değerli bir hediye daha keşfettim bu bayramda. Soru şu “Eren en çok hangi zamanlarda katılmaya beş kala gülüyor?” Benim ya da bizim yanıtımız ise Uğur’a sarıldığım, onu öptüğüm zamanlar. Bebeklerin evdeki tüm aurayı bizlerden daha fazla hissettiklerini/ yaşadıklarını düşünenlerdenim ben de. Evde bir tatsızlık olduysa (ki yaşıyorsak olacak tuz ve bibere hepimizin ihtiyacı var, yoksa barışmanın keyfini nasıl yaşayacağız?) bunu kimseye yansıtmamak adına yapay yapay dolaşmak yerine, barışma anlarını da açıkça yaşamak gerektiğine inanıyorum.  Yoksa küçücük bebek için bile anlamsız bir tablo içinde yer almak o kadar sevimsiz olabiliyor ki.

Daha gerçek, daha dolu dolu ilişki yaşamak gerçekten odaklanmak ve ilgi gerektiriyor. Buradaki yeni bulduğum ve sevinçle satın aldığım kriter sorusu şöyle; “Yemeğe çıkıldığında neler oluyor?”

Önce uzun uzun buranın nesi güzel, daha önce ne yemiştik, nasıldı, tartışması sonrasında sipariş verildiğini biliyoruz. Peki sonrasında neler yapıyoruz? Yemeklerin servisine kadar geçen süre telefon, i Pad ve dergilerle geçiştirip, yemek gelince de konu yine yemeğe dönüyorsa dikkat!!!

İlk yemeğe çıktığınız dönemi hatırlayın, Sizin hikayenizi bilmiyorum, bizim o kadar çok paylaşılacak hikaye, merak edilen konumuz vardı ki, yemekler tekrar mutfağa gönderilip ısıttırılırdı.

İlişkiler ilerledikçe, aileler kalabalıklaştıkça daha da çok merak edilecek konuşacak konu da yaratıyoruz aslında. Kendimize ve çocuklarımıza verebileceğimiz en güzel hediye meraklı, ilgili, derin, gerçek ilişkiler yaratabilmek için çalışmak:-)

Keyifli sohbetlerin bol olduğu yemekler ve bayramlar hepimize:-)

Mine Kobal Ok, ACC

Ekim 26, 2012 at 4:29 pm Yorum bırakın

Yaşamın Amacı: Peki Şimdi Ne Olacak?

Nasıl iddialı bir başlık oldu böyle, yazdıktan sonra durdum ve kocaman derin bir nefes aldım. Bu haftaki bir koçluk seansı ve üzerine de Paulo Coelho’nun yeni kitabı Akra’da Bulunan Elyazması’nda aynı konu ile karşılaşınca böyle bir başlık ortaya çıktı. Haddimi bilerek yazıyorum yazının devamını, ağır cümleler Coelho’dan geliyor:-)

Şu ana kadar hep örnek gösterilen, hatta her önemli karar öncesi mutlaka danışılan pek değerli bir yöneticiydiniz. Sonra belki hızlı, belki yavaş bir şeyler değişti ve iş artık yaşamınızın merkezinde yer alacak kadar kocaman bir alan olmaktan vazgeçti. Sonra aile yaşamınıza dönüp baktınız, orada da herkesin kendi yolunu çoktan çizmiş olduğunu daha da çarpıcı bir şekilde fark ettiniz. Peki şimdi ne olacak? Evet bir kaç tane hobi, dernek faaliyeti var ele güne karşı “meşgul” görüntüsü yaratacak. Ancak asıl soru farklı “Peki şimdi ne olacak? Yeni bir işe mi başlasam? Bu kadar birikimim var, danışmanlık yapabilirim, tam zamanı aslında Evet, bugün tam olarak konuşmak istediğim konu bu.” diye başlayan derin bir koçluk seansı…

Tüm seansta çevresinde dolaştığımız endişe, nasıl “en” olmaya devam edebilirimden sıyrıldığımızda, ya da daha derine indiğimizde karşımıza yalnızlık çıktı birdenbire. İyi ki de çıktı, hoş geldi:-) Sevgili müşteri o kadar yıl sonrasında fark etti ki hiç tam anlamıyla yalnız kalmamış. Hep birileri olmuş, birileri takdir etmiş, birilerinden daha başarılı olmuş. Peki yalnız olunca ne olacak? Kendine dönünce, yaşamın amacını sadece kendin olabilmek olarak tanımladığında neler olacak?

Bu seansın devamında kitapta karşılaştığım şu satırlar o kadar keyifli geldi ki:-)

“Herhangi bir ırmağa sorunuz: “Gece gündüz aynı yönde akıp durmaktan başka bir şey yapmıyorken kendini yararsız hissettiğin olmuyor mu?” Şöyle cevap verecektir: “Amacım işe yaramak değil, amacım ırmak olmaktır.” Tanrının gözünde dünyadaki her şeyin bir işlevi vardır. Ağaçtan düşen yaprağın, başımızdan dökülen saçın, sırf rahatsızlık verdiği için öldürülen bir böceğin. Her şeyin varlığının bir sebebi vardır. Çok geçmeden bu sorunun zehri içine işleyecek ve her ne kadar yürürsen, beslensen, uyusan ve hoşça vakit geçirmeye çalışsan da erkenden ölmüş olacaksın. İşe yaramaya çalışma. Kendin olmaya çalışman yeterlidir ve büyük bir fark yaratır. Ruhundan daha hızlı ya da daha yavaş yürümene gerek yok; çünkü hangi konuda işe yarayacağını, attığın her adımda ruhun sana öğretecek. Kimi zaman tarihin gidişatını değiştiren büyük bir mücadeleye katılarak işe yarayabilirsin. Kimi zamansa yolda tesadüfen karşına çıkan birine sebepsiz yere gülümseyerek. Başkalarına gerçek anlamda iyilik eden kişilerin asıl amacı işe yaramak değil, ilginç bir yaşam sürmektir. Öğüt vermeye değil, örnek olmaya çabalarlar. Aradığın bu olsun: Daima yaşamayı arzuladığın şeyleri yaşa.”

Devamında bir kaç koçluk sorusu:

-Sizin için yalnızlık ne demek?

-Kendinizle baş başa kalmak için neler yapıyorsunuz?

-Kendinizle baş başa kalmak Sizin için nasıl bir deneyim?

-Kendinizi fark etmek için neler yapıyorsunuz?

-Peki , şimdi ne olmasını istiyorsunuz?

Mine Kobal Ok, ACC

Ekim 17, 2012 at 1:33 pm 3 yorum

Vazgeçebilmenin Hafifliği

İnançlarımız o kadar güçlüler ki, çoğu zaman nereden geldiklerini bile hatırlamadan, onlara yapışıp kalıyoruz. Hatta bu durumun bile farkında olmuyoruz. “Tabağındakileri bitirmelisin, arkadan ağlarlar” ile başlayan ve devamında gelen bir dolu cümle bugünkü tercihlerimizi, inatlarımızı ya da vazgeçişlerimizi şekillendiriyor.

Benim birlikte büyüdüğüm cümlem “Başladığın her neyse mutlaka bitirmelisin”. Annemin bu cümle ile ilgili emeği olduğunu biliyorum, devamında sevgili okulumda sık duyduğum “Türk gibi başla, Alman gibi bitir” de üzerine gelince, başka bir neden aramak da anlamını yitiriyor. Sonuç, kendimi hiç hoşlanmadığım bir kitabı inatla okurken bulan ben. Neden okuyorum? Çünkü başladım bir kere ve bitirmeliyim. Hayır, devamını okumak istemiyorum diyebildiğimde kendime “özgürlüğü” hediye etmiş olacağım, ancak bu hediye sanırım pek değerli. O kitabı elimden bırakma kararını verebildiğimde, daha keyifli beni daha besleyecek başka bir kitap okuyabileceğim. Sonuçta zaman kısıtlı bir kaynak ve bu pencereden baktığımızda ömrümüz boyunca okuyabileceğimiz kitap sayısı da kısıtlı. Peki neden inatla sevmediğim bir kitap için bu hakkımı kullanıyorum. Sadece bir kere başlamış olduğum için, o kadar.

Vazgeçebilmeyi kitaptan daha kocaman örneklere de taşımak mümkün tabii ki. Mücadele etmek, uğrunda inançla savaşmak, istemeye devam etmek tartışmasız çok değerli tutumlar. Ancak Peter Drucker’ın da pek çarpıcı ifade ettiği gibi “Bir cesedin kokuşmasını önlemeye çalışmak kadar zor, masraflı ve nafile bir çaba yoktur.”  Neyi boşuna bir çaba ile sürdürmeye çalışıyoruz, durup bir bakmak gerekiyor. Sonrasında altta yatan inançları ve bu inançların ne zamandan bu yana bizimle birlikte olduklarını sormak. Özel yaşam, iş yaşamı ya da daha makro bir perspektifle sorabileceğimiz sorular sonrasında vereceğimiz yanıtlar “keyifli” birer hediye olacaktır.

Doğru zamanda “ben artık oynamıyorum” diyebilmek, geçmişin alışkanlıkları için geleceğin fırsatlarını bedel olarak ödememeyi seçmek ve vazgeçmenin hafifliğini yaşamak hepimize iyi gelecektir.

Mine Kobal Ok, ACC

Ekim 12, 2012 at 6:18 am 2 yorum

Süpermen mi Olmak Lazım?

Süpermen mi olmak gerekiyor, en iyi “ben” ile tanışmak için?

Aslında hepimizin “Süpermen” olduğumuz alanlar var. Güçlü yönlerimizi kullandığımız, yaptığımız işe kendi rengimizi ve enerjimizi kattığımız, potansiyelimizi gerçekten yansıttığımız alanlar var.

Keşfetmek için bir kaç soru ile başlamak isterseniz:

-Çevrenizdeki diğer kişilerden daha farklı Siz neler yapıyorsunuz?

-Saate bakmak hiç aklınıza gelmeden, hatta yorulmadan/ yorgunluğunuzu fark etmeden tüm gün neler yapabilirsiniz?

-Sizi meraklandıran ya da heyecanlandıran alanlar neler?

-Çevrenizde Sizi daha yakından tanıyan kişilere bu soruları yöneltseniz (hatta yöneltin) Sizin güçlü yönleriniz için neler söylüyor olurlar? *Burada kritik bir noktanın altını çizmek gerekiyor. “sen sevgi dolusun”, “hoşgörülüsün” ya da “pek cesursun” dememin devamında bu görüşlerini destekleyecek somut davranış örneklerini de duymak istediğinizi ekleyin.

Güçlü yönlerinizi keşfettiğinizde yaptığınız işin tanımından bağımsız “nasıl değer yaratabileceğinize”, “nasıl keyif alabileceğinize” ve “nasıl daha da verimli olabileceğinize” ilişkin bir reçeteniz oluyor. İşte “anlam” bulabilmek, Maslow’un basamaklarında daha yukarılarda bir dilimde yer alabilmek için ilk adım güçlü yönleri bilmek aslında. Benim öne çıkan güçlü yönüm “merak etmek”. Bu merak dedikodu ve magazin içerikli bir merak değil tabii ki:-) Araştırmalar ne diyor, farklı görüşler nasıl dile getirilmiş, daha da başka bir açıdan baktığımızda neler öne çıkıyor” benzeri bir bilgi açlığı benim merakım. Eğitim danışmanlığı yaparken, işin mutfak kısmında tasarım aşamasında nefis bir geri dönüşü oluyor bu merakın. Daha sonra aynı merakı koçluk süreçlerine ve seminer salonlarına taşıdığımda, bedenen orada olmanın ötesinde, ruhen ve zihnen de orada olabilmek, “güçlü sorular” sorabilmek, “kocaman fil kulaklarıyla dinleyebilmek” gibi hediyelerle keyif alıyorum. İçinde merak olmayan bir koçluk görüşmesi veya seminer sadece sıkıcı tuzsuz bir iş olurdu, asla daah fazlası değil.

Güçlü yönlerin diğer bir faydası ise artık alışkanlığa dönüşen “gelişim alanlarımıza odaklanmam gerekiyor” cümlesine pratik bir çözüm getirmesi. Öne çıkan güçlü yönlerin penceresinden gelişim alanlarına bakmak ve bu bakış açısıyla “şu ana kadar yaptıklarınızdan daha farklı ne yapmak Size iyi gelecektir?” sorusunu sormak çoğu zaman şaşırtıcı yanıtları tetikleyecektir.

Eğer güçlü yönlerinizi daha akademik bir çalışma ile keşfetmek isterseniz:

http://www.authentichappiness.sas.upenn.edu/Default.aspx adresinden VIA Survey of Character Strenghts bağlantısı ile devam edebilirsiniz. Ya da daha kısa bir seçenek için Martin Seligman’ın Gerçek Mutluluk kitabını karıştırabilirsiniz.

Mine Kobal Ok, ACC

Ekim 3, 2012 at 11:13 am Yorum bırakın


Yeni gönderimlerden haberdar olmak için e-posta adresiniz

Diğer 86 aboneye katılın