Archive for Mayıs, 2013

Müşterisini En Çok Seven Kim?

images

Çok sık uçakla seyahat etmekte olan biriyim.. Bir havayolu şirketinin reklam sloganını çok beğeniyorum. “Yolcusunu en çok seven havayolu”

Bu slogan bana bir çok şeyi çağrıştırıyor.

Kendimizle ilişkide:
Aslında mikro düzeyden başlayacak olursak herşey kendimizi kazanılmak istenilen müşteri olarak algılamakta yatıyor. Yaşantımızı doğru kurgulamak için kendimize de müşteriymişiz gibi baksak neler farklılaşırdı acaba hayatımızda? Neleri sunmak, neleri hayatımızda iyileştirmek isterdik?

İkili ilişkilerimizde:
Gözlemlediğim ve deneyimlediğim kadarıyla ikili ilişkilerde de bu böyle. Hedefimiz sevilmek ve birlikte olunmayı istenmekken dostluklarda bir bakmışız
en yakınımızdakilerin bize açtığı anlayış kredisini sonuna kadar tüketme eğilimine girmişiz. Oysa müşteri olarak algılayabilsek karşımızdakini, sunabileceğimiz ne varsa sunmaya çalışacağımıza eminim. Tıpkı kadın erkek ilişkilerinin başındaki gibi☺

Kurumlarla İlişkilerimizde:
Hem müşterisi olduğum hem de müşterim olan kurumları izlediğimde ne kadar farklı yaklaşımlarda olduklarını da gözlemleme şansım oluyor.

Piyasada tanınırlığı daha geride olup, piyasa payını artırmaya çalışanların her iki tarafa da yaklaşımı aynı; müşterisiysem bana en iyi oranı, en çok hizmeti en rekabetçi fiyata vermeye çalışıyor. Müşterimse de aynı şekilde. Kolluyor gözetiyor. Bonkör davranıyor.

Belli bir yere gelmiş olanlar, oranlar konusunda daha katı, daha tok satıcı, tok alıcı. Müşterim olduklarında da farklı davranmıyorlar. Size kendinizi onlar için değerli olduğunzu hissettirmiyorlar.

Dünya İlişkilerimizde:
Dünya yüzünde yaşayan her birimizin bir şahıs şirketi olduğumuzu varsaysak dünyamızın da tek müşterimiz olduğunu. Ne yapardık sahi? Hepimiz ona hizmet etmek ve bize sadık kalmasını sağlamak için kimbilir neler yapmaya çalışmazdık.
Dünyanın müşteri olarak kaynaklarını, kendisini en çok kollayan, rahat ettiren, zenginleştiren, çoğaltan kişiye ve kişilere aktaracağını bilirdik çünkü.

Devletle İlişkilerimizde:
Devlet bizi müşterisi gibi algılıyor mu peki? Kuzey ülkeleri vatandaşını müşteri algısı ile rahat ettirmeye çalışırken sıcak iklimli bizim gibi ülkelerde güneş mi geçiyor başımıza acaba? Herkesi rakip gibi algılamak, değil birbirimizin farklılıklarına, gölgemize bile katlanamamak nedendir?

Devlet müşteri segmentasyonuna mı gitmiştir?

Sizler-bizler yoksa artık hedef müşteri kitlesinde değil miyizdir?

Mayıs 27, 2013 at 10:21 pm Yorum bırakın

Zaman mı? O da ne ki?

images

Gökyüzünde bir yerde, Atlantik Okyanusunun üstündeyiz. Uçaktaki monitor St John’s ve Corner Denizaltı Dağları üstündesiniz diyor, kimbilir kaç saat öncesindeyiz Dünyanın neresinin?

Bu çok acaip bir duygu. Daha önce de zaman kavramını böyle yaşamıştım. Yelkenli ile hiç rüzgarsız bir havada yol alırken, kaptan bana dümeni teslim ettiğinde ve uzakta gözüken fenere kadar rahatça gidebileceğimi, kendininse biraz kestireceğini söylediğinde şu saçma soruyu sormuştum: “Fenere gelince onun iskelesinden mi sancağından mı geçmeliyim?” “Sen kullanmana bak, ben 40 kere uyanırım sen gelene kadar” deyip çok gülmüştü.

4490
Soru başta saçma gelmeyebilir tabii. Ancak 14 mil uzaklıktaki bir fenere 7 saat sonra ulaşabileceğini kavramak, insanın 7 saat sonrasını görebilmek demek. Bu da sanki bir zaman tünelindeymiş de ermişim hissini vermişti bana. Çok etkilenmiştim.

Şimdi uçakta bu duygu daha da tuhaf. Çünkü şu an bir de saat farkı giriyor devreye. İleriye uçuyoruz. Daha önce kazandığımı zannettiğim 7 saati şimdi ödeme zamanı. Hayat böyle birşey aslında. Tamamen izafi ve bir enteresan düzlem ve gerçek bir adalet içinde. Herşeyi ödüyorsun ve aynı şekilde kazanıyorsun. Herşey hem boş, hem değerli. Hayat gerçekten de bir “an” veya “sonsuz.”

Herşey bize kalmış. Nerden bakacağımıza. Aşağıdan mı, yukardan mı; geçmişten mi, gelecekten mi. Hatta daha basitinden Atlantik mi veya Pasifiten mi, hangi okyanus yönünden? Seç hayatın ileri veya geri gitsin. Veya genişlesin, daralsın. Seçen biziz, sorumluluk bizde:))

Can Karaburçak/20-21 mayıs, 23 NY, 6 İst, XHrs X?

Mayıs 21, 2013 at 3:19 pm Yorum bırakın

Melodi ve Ben

image

Melodi’nin doğum günü için New York’tayım. Bu defaki gelişim ona sürpriz olmadı. Merve’nin mezuniyetinin arkasına denk geldiği için öncesinden beraber plan yaparak geldim. 40 yaşındaki partisine ise sürpriz yapıp gelmiştim. Otele checkin edip tuvaletimi giyip karşısına çıkıvermiştim. Hala da gülerek ve keyifle anlatır arkadaşlarına.

Onunla arkadaşlığımız kolejli yıllardan kalma. Epeyce farklı kişilikte olmamıza rağmen bugüne kadar Londra’ya lisan kursuna gittiğimiz yaz dışında ki çocuktuk o zaman, aramızda hiçbir yanlış anlaşılma olmadı.

Bana kendimi özel ve değerli hissettiren, her zaman doğruyu söyleyen ender arkadaşlarımdan biri oldu. Geçen sene tam iki haftayı dipdibe geçirdik ve çok doğal, keyifli ve mutlu olduk.

Bu sene evde yanlız değiliz. Yeğeni, kocası ve 11 aylık oğulları da parti için geldiler.50 yaşın ne kadar da güzel bir yaş olduğunu farkettiğini söyledi Melodi. Evde 10 lu yaş grubundan çocuklar var. Hiç biri daha pek birşeyin farkında değil, okul var ders var vs. 20 li yaştaki Merve ise okulu bitirdi ama iş bulabilmenin stresini yaşıyor, 30 lu yaştaki yeni anne tamamen küçük oğlanın peşinde perişan, baba ise ikisinin sorumluluğunun stresinde. 40 lı yaşlardaki ev halkının erkeği işini daha nasıl büyütebileceğini düşünürken 50 li bizler; ben ve Melodi ise birbirimize baktık ve şunu söyledik; “Ne kadar şanslıyız. Artık ne isek oyuz, daha fazlası kısmetten; olsun da inşallah. Bundan sonra hayatın mümkünse sadece keyfine odaklanıyoruz tamam mı?” dedik.

İnsanın hayat planı yapabileceği ailesi olması çok güzel. Arkadaşları olması da. Melodi’nin çocukları bana konuşmaya başladıklarından beri Can Teyze derler. O kadar ki babaları, evdeki bakıcı hanım dahi Can Teyze der.

Melodi ile birbirimizi hiç hayal kırıklığına uğratmamışızdır. Beklentimizin düşük olması değil de onunla standartlarımızın benzer olmasıdır işin sırrı sanırım.

Karşısındakini mutlu etmekten mutlu olmayan insanlarla birarada uzun süre kalamadığımı biliyorum. Sadece kendinden istekle ödün veren kişiler benim için çok değerli oldular hep. Çünkü onlar o yaptıklarını “ödün vermek” diye algılamazlar.

Bir program yaparken seni, sana uyan gün ve saatleri de gözetiyorsa arkadaşın işte odur esas arkadaş. Seninle de paylaşmak istiyordur yaşayacaklarını. İşte Melodi böyle biri, bir önceki haftasonu yapacağına beni de gözeterek bugün yapıyor doğum günü partisini.

İyi doğdun arkadaşım, bir elli sene daha gideriz biz seninle; hem de nasıl:)

Mayıs 18, 2013 at 8:27 pm Yorum bırakın

C Kuşağı

20130515-081433.jpg

“Sizler C kuşağısınız. 3C çok önemli: Connection(bağlantı), Communication(iletişim), Colloboration(işbirliği). Artık herkes birbiri ile internet üzerinden çeşitli araçlarla, çoğunlukla facebook gibi tanışıyor. Hayatınız boyunca birbirinizi görmeyecek olsanız da birbiriniz ile ilgili pek çok şeyi biliyor, resimleri görüyor ve fikir sahibi olabiliyorsunuz. Osaka’daki birinizin yemek tarifini Talin’deki bir diğeriniz kendi mutfağında deniyor.

Ve siz buna “connection” diyorsunuz. İşte sizin jenerasyonun en büyük açmazı da burada. Birbiriniz ile bağlantıdasınız ancak dünyada olan bitenle bağlantınız kopuk. Oysa bağlantıyı kalben, içten kurmanız gerekir ki dünyayı değiştirmek için bir
katkınız olsun.”

20130515-081345.jpg
Duke Üniversitesinin bu yılki mezuniyet töreninde Melinda Gates kelimlere aynı olmasa da yukarıdaki konuşmayı yaptı.

Gerçekten de şu anda yaşanan en büyük sıkıntının yeteri kadar bağlanamamak olduğunu düşünüyorum ben de. Bu müthiş bir baskı yaratıyor. Herkes anlaşılmak, duyulmak ve en önemlisi dinlenmek istiyor. İstirahat etmek anlamında değil:) dinleme en önemli meziyetlerden biri. Birini sadece onun için dinlediğinizde, kendi merakımızı gidermek için değil de onun için merak ederek dinlediğimizde inanılmaz bir değer yaratabiliyoruz.

Kendimizi, dünyanın geleceğini emanet edeceğimiz C kuşağı çocuklarımızın çoğu ise tamamen kendilerine dönük, kimse için şurdan şuraya gitmeyen çocuklar olarak yetişiyorlar. Fark yaratmayı en çok facebook arkadaş sayısı, twitterdaki takipçileri olarak algılıyorlar gibi gözlemliyorum. Tabii ki sadece Türkiye’deki çocuklardan bahsedebilirim ancsk. Esasen ne kadar çok arkadaş o kadar derin bir sorumluluk üstlendiklerinin farkına vardıklarında sosyal medyanın gücünü bu dünyada en ufacık da olsa birşeyleri iyileştirmek için kullanabileceklerini görecekler.

Sanal dünyada “beğenmedim” diye işaretleme şansı yok örneğin. Bu başta en çok hoşuma giden tarafıydı facebook’un açıkcası. İtirazımız varsa yorum kısmına yazabiliyoruz. Yazım dünyasında da bu çok riskli oluyor. Herkes kendi iç sesi ve tonlamasıyla okuduğunda basit bir “sana katılmıyorum manasına gelen “beğenmedim” işaretlediğinde oluşacak etkiden daha büyük bir negatif etki yaratılabiliniyor.

“Yüzyüze, dizdize, cancana” bağlantı kurmanın kolay olmadığı gerçeği bizleri sanal bağlantının dayanılmaz çekimine kaptırıyor. Birine çok daha kolay arkadaşlık teklif edebiliyoruz artik. İtiraf ediyorum; ilk defa liseden bir erkek arkadsşıma facebook’ta arkadaşlık teklif ederken çok zorlanmıştım; ya ona çıkma teklif ediyorum sanırsa diye. (X kuşağı bu deyimi anlayacaktır:)) Bunun gibi gerçek hayatta hoşumuza gitmeyen biri ile yüzleşmek, konuşmak yürek isterken; orada birini, bir grubu kolaylıkla “arkadaşlarımdan çıkar” diyerek yok edebiliyoruz hayatımızdan. Biri bizi arkadaşlarının arasından çıkardığında da o kadar da takılmıyoruz değil mi?

Önce sormalıyız;

Kendimle ne kadar bağlantıdayım?
Dışardan koç konumda bakacak olsam hangi aktivitelerimi “beğendim” veya “beğenmedim” olarak işaretlerdim?
Cancana bağlanmak adına bir tek şeyi farklı yapacak olsam o ne olurdu?

Mayıs 15, 2013 at 5:05 am Yorum bırakın

Farkettiklerim-2

Farkettiklerim-2

20130514-011506.jpg
Merve mezun oldu. 5 sene evvel teyze yeğen yaklaşık 6000 km yolu 5 günde yapıp tam 12 üniversiteyi ziyaret etmiştik. Newyork’dan başlayıp Poughkeepsie, Saratoga Springs, Boston, Providence, Baltimore, DC Washington, Durham ve tekrar NY ile noktalamıştık yolculuğumuzu. Duke için Durham’a benim zorumla gitmiştik. İyi ki de öyle yapmışız. Sonuçta bir Duke mezunu oldu Merve.

Tüm günümüz nerdeyse kilisede mezuniyet konuşması, org ile blues, ilahiler eşliğinde geçti. Rektör yaptığı konuşmasında şunun altını çizdi: “Eğer 20 yıl sonra hala arkadaşlarınız sadece Duke’tan olanlarsa kaybedenler klübündesinizdir haberiniz olsun. Global olarak daha çok insanla bağlantı kurun. Duke’ta aldığınız “fark yaratma” ile ilgili bilgiyi, beceriyi yaşayın, yaşatın.

Gecenin son kısmı bir barda devam etti. Tüm çalan parçalar 80’ler dönemindendi. O kadar keyfliydim ki nerdeyse mezun çocuklar kadar dansedip zıpladığımı farkettiğimde artık otele gidecek halim kalmamıştı.

Aklıma benim ODTÜ mezuniyet yemeğim geldi. O zaman ilk defa bir erkek arkadaşım vardı. Çok yakışıklı, mühendis olmuş master yapmakta olan yarı alman bir çocuk. O da benim mezuniyet partimde çok eğlenmişti. Çok içmiş, sarhoş olmuştu. Evine ben bırakmak zorunda kalmıştım. Sanırım erkeklerin yapması gerekenleri üstlenme alışkanlığım bugünden başlamış olabilir:) Ertesi gün “artık benimle çıkmak istemezsin” demişti. Ona da çok şaşırmıştım. Niye ki? Benim başıma aynı şey gelse o beni terk mi edecekti?

Herneyse, benim isteğim biran evvel İstanbul’a gidip yaşantımı orada sürdürmekti. O da zaten Almanya’ya gidiyordu. Diğer arkadaşlarımın aksine benim hemen evlenmek gibi bir önceliğim yoktu. Hayat daha yeni başlıyordu… İşte Merve’nin yaşında olduğum zamandan şimdiye baktığımda inanılmaz çabuk ve çok yol aldığımı farketmiş olmak düşündürücü oldu. İnsanın kendi yolunda giderken eşlik etmesini istediği kişiye rastlaması gerçekten şans. Onun ötesinde ona eşlik ederken keyif vermeyen kişilerle yolda olmak, hatta onlar için yol değiştirmek gerçekten aptallık. Gençken, daha cesur, daha ümitliyken oysa bunu ne kadar da doğal yapabilmiş olduğumu yeniden hatırlamak bana çok çok iyi geldi.

Annemi şimdi daha iyi anlıyorum. En iyi anlaştığı insanlar hep gençlerdi. Belki o başka sebeplerle hoşlanıyordu bilemiyorum, ancak beni bu yaşımda tedbirli olmaya zorlayan deneyimlerimi boşverip daha cesur ve saf olan halimle buluşturdukları için onlarla olmayı çok seviyorum.

Tuhaf olanı Merve’nin de hep benden cesaret aldığını söylemesi. Hayat böyle işte.

Mayıs 13, 2013 at 10:11 pm Yorum bırakın

Farkettiklerim1

Ve seyahatimiz başladı:)

20130511-031222.jpg

İnanılmaz yoğun bir çalışma dönemi ardından (yoksa iki dönem arası mı demeliyim?) yaklaşık bir yıl öncesinden ayarladığımız Merve’mizin mezuniyeti için Duke üniversitesinin şehrine doğru NewYork üstünden uçtuk. Tüm aile comfort class da uçuyor. Ben de standart vatandaş tipi onların perdesinin hemen arkasındaki koltuktayım. Millerim o tarihte buna yetiyordu ve düne kadar da aklıma sınıf yükseltmek hiç gelmedi. (Bu da bir alt program mı ne?)

Çok şanslıyım (dım), tüm yanımdaki koltuklar boştu. Ancak şans böyle birşey işte. Sadece yanımdaki koltuğa yayılmayı umduğumdan sıranın orta koltuğuna oturmayı akıl edemedim ve hemen hop yanıma biri yerini değiştirerek oturuverdi. Ablam anında lafını esirgemedi. ” Bu tip durumlarda hemen orta koltuğa oturmalısın ki kimse gelemesin yanına.” Ankaralı olan ve Ankaralı kalan benim sanırım ikimiz arasında. Mutevazi ve tok gözlü:)) Bununla birlikte hayatta başarılı insanlar buna benzer fırsatları gören, atik davrananlar olsa gerek. Bu bir bakış açısı ve yaşam tarzı. Öğrenilebilir mi? Kesinlikle istenirse evet. İstiyor muyum? Bazen doğuştan böyle olsaymışım diyorum, genler ne tarafa çektiyse:)

Tümüne uzanıp uyuabilme şansımı böylece kaçırmış oldum, yine de şanslıydım tüm yol boyu önümde oturan koltuğunu hiç yatırmadı:) İyimserlik neyse ki güçlü özelliklerimden biri.

Canım ablam benden farklı olarak sadece gelecek planı yapmaktan anın tadına varamayanlardan. Üstelik gelecek planları hep “preventive” yani önlem alıcı. Düşünme tarzı gelecekte birşeylerin aksi gideceği şeklinde olunca şimdiki zamanı önce kendisine sonra da bizlere endişe soruları sorarak geçirtiyor. “Ya …..?” İle başlayan cümleler. Evet gelecek odaklı olmak çok önemli. Ben de geleceğimi düşünüyorum. Hep güzel ve her tür varlık içinde olmaya devam edeceğimi varsayıyorum. Allah korusun birşeyler ters giderse gittiği zaman çözüm ve gelecek odaklı olarak durumu ele alıyorum. Bazen sorguluyorum burada eksik olan birşey var mı diye? Sanırım iyimserliğimin yanısıra esas olan şimdi elimden gelenin en iyisini yapmak ve tembellik etmiyor olmak. Bunlara rağmen birşeyler olmuyorsa o zaman hiç takmıyorum.

Kesin doğru var mı? Yok tabii, herkes nasıl rahat ediyorsa. Yeter ki başkalarını rahatsız etmesin.

Şimdi ailemle olunca, henüz bir buçuk gün olmasına rağmen; aile içi dengeleri gözlemlediğimde nasıl herkesin daha birbirini gözetir, alttan alır olduğunu farkediyorum. Yıllardır yanlız yaşayan biri olarak bu bana çok zor gözükmekle beraber, bunu yapmak için insanı motive eden şeyleri görmemek de mümkün değil.

İşte bu aşamada ablamın “önlem alıcı” tarzı için geç kalmış olduğumu da farkediyorum. Yıllar öncesinden bugünkü ben için önlem alsaymışım, ben de şimdi bana kaos gibi gelen aile bireylerini idare etme, hep birlikte hareket etme durumlarına adapte olabilirmişim. Bir taraftan eş dost hep birlikte olmak, aileyle olmak, paylaşmak filan hoş geliyor da öte yandan bugün herkesten ayrı dükkanlara yanlız girebildiğimde neden bu kadar mutlu olduğumu anlıyor ve için için seviniyorum.

Mayıs 11, 2013 at 12:11 am 1 yorum

Güleryüzlü Olabilmek ve Kalabilmek Üstüne

images
Gülerken 17 kasımızın çalıştığını biliyor muydunuz? Botoks tuzağına düşmediyseniz☺ kaslarınız yukarı kıvrılabiliyor ve beyninize mutluluğu müjdeliyor. Kasların fiziksel olarak kıvrılabilmesi çok çok önemli, çünkü bu sayede ilgili mesaj ulaşıyor beynimize.

Yıllar evvel bir arkadaşımın babasının cenazesinde annesini uzaktan tabutun başında gülerken gördüğümde çok şaşırmıştım. Sonra yakınına gidince aslında gülmediğini sadece yüz çizgilerinin yukarı doğru derinleşmiş olduğunu farkettim. O günden sonra da kendime bu hedefi koydum. Benim de yüz çizgilerim yukarı doğru olacaktı.

Gülmek herkese çok yakışıyor. Seminerlerimde bazen alışkanlıkları nedeniyle asık suratlı oturan katılımcıları gözlüyorum. Onlara bu konuda farkındalık yaratmak için soruyorum: “Herkes aynaya bakmasa da görür kendini, bilir nasıl bir görüntüde olduğunu, en azından o an için. Hadi o zaman söyleyin bakalım şu an beden diliniz mutluluk yansıtıyor mu?” Biranda toparlanıp gülümsemeye başlıyorlar ve yüzlerinde gerçekten de güller açıyor.

Hem içimize hem de dışımıza bunu yansıtmak ne güzel ne kadar da kolay. Üstelik bize geri de dönüyor.

Çok yeni tanıştığım bir eczacı Hanım bana “Mutlaka eczaneme beklerim. Benim orası inanılmaz doludur dostlarla, herkes çaya, kahveye gelir” dediğinde çok yakın, güleryüzlü, nazik biri olduğundan emin olmuştum bu tarifinin gerçek olduğuna.

Dün tesadüfen uğradım. Evet dediği gibi içerisi doluydu. Esas beni şaşırtan içerisi değildi. Dışarıdan geçen herkes, o mahallelde yaşayan herkes ya el sallıyor ya öpücük gönderiyordu. Bir kısmı da başını uzatıp merhaba deyip gidiyordu. Bir daha baktım buna sebep ne diye: “Güleryüzü” ydü. Kesinlikle.

Reşat’a sormuştum: “3.evlilğe 5 ayda nasıl karar verdin?” Çok net şunu söylemişti: “Bakar mısın şu Rüçhan karımın yüzüne, bu güleryüz ömrümü uzatır dedim ve biran için bile tereddüt etmedim.”

İşte size sorularım:

-Kendinizi apansız gerçek bir aynada veya zihin aynanızda yakaladığınız anlarınızda nasıl bir beden diliniz var?
-Gülmeyi hatırlamak için neye ihtiyacınız var?
-Gülümseyen yüz ifadenizi daimi kılmak için farklı neler yapıyor olursunuz?
-O gülen “Siz”e baktığnızda; O size bu sayede farklı neler yaşadığını anlatıyor? Size ne tavsiyede bulunuyor?

Yüzümüzde hep gülücükler var eden bir yaşantımız olsun dilerim:)

Can Karaburçak-Mayıs

Mayıs 7, 2013 at 1:10 pm 1 yorum


Yeni gönderimlerden haberdar olmak için e-posta adresiniz

Diğer 86 aboneye katılın