Archive for Temmuz, 2012

30 Saniyenin Sihri

“Anlatabildiğimiz, karşımızdakinin anlayabileceği kadardır” demiş Mevlana. Karşımızdaki kişi ne kadar anlayabiliyor? Karşımızdaki kişi “nasıl” anlayabiliyor?

Andrew Newberg ve Mark R. Waldman “Words Can Change Your Brain” kitabında 30 saniyelik sihirli iletişim kuralından bahsediyor. Günlük yaşamda her ne yapıyorsak, tanıdığımız ya da tanımadığımız birileriyle iletişim kurmak durumundayız. Çoğu zaman da “anlatıyorum, anlatıyorum inatla beni anlamıyor” tadında sitemler de bize eşlik ediyor. Sorun ya da sihir, nereden bakıyorsak, işte tam buradaJ Kısa sureli hafızamız sadece dört birim bilgiyi algılayabiliyor ve sadece 30 saniye içinde bunu yapabiliyor. Tam da bu nedenden dolayı kısa cümleler kurmak ve sadece 30 saniyede kendimizi ifade etmek iletişimin sihri.

Kısa cümleler kurun ve 30 saniyede söylemek istediğinizi söyleyin.

Kendimizi ne kadar sade ifade edebiliyoruz? Söylemek istediklerimizi dolaştırmadan, dolandırmadan, içine imalar, göndermeler, eski defterlerden notlar katmadan, sadece “söyleyebiliyor” muyuz?

İkili ilişkilerde kanlı tartışmalara nefis bir ilaç 30 saniye kuralı. Derdinizi, hissettikerinizi , düşüncelerinizi, çözüm önerinizi ya da sorunuzu ifade etmek için 30 saniyeniz var. 30 saniye sonra söz hakkı karşı tarafın oluyor. Gerçekten konu her neyse ona odaklı kalmak, çözüm üretmek ve birbirini dinlemek için 30 saniye yeterli.

Anne/baba- çocuk ilişkisine 30 saniye kuralını taşıdığınızda, sürekli şikayet eden bir anne ya da bahaneler geliştirme konusunda yaratıcılığın sırlarını zorlayan çocuk ile vedalaşabilirsiniz.

Denemek ister miydiniz? Sadece 30 saniye:-)

Mine Kobal Ok

 

Temmuz 27, 2012 at 6:41 pm 1 yorum

Algımızı Yönetebilmek Can Kurtarır:)

(Can Karaburçak/Temmuz 2012)
images-2

Herhangi bir erkek

Biri için koca

Diğeri için baba

Evlat, oğul

Ağabey

Dayı

Küçük kardeş

Amca

Sevgili

Arkadaş

Kuzen

Yeğen

Bir insanoğlu ne çok sey olarak algılanabiliyor. Bizim onunla olan pozisyonumuza göre ifadesi degişiyor.

Bunun ötesinde, iyi, şefkatli,keyifli,sinirli, endişeli, yaratıcı, uyuz, sıkıcı, komik…daha ne kadar tanımlama geliyorsa aklınıza hepsi veya birkaçı.

En baştaki çekirdek aile ileyken sakin, uysal e ne de olsa anne, baba ile olmak başka, kendi ailesi ileyken, bir baba ve eş olarak daha bir otoriter, daha gür sesli. Bulunduğu ortama göre başka başka davranış şekilleri; hiç farketmeden tamamen alışkanlık olarak.

Marmaris’te onbeşgün önce 38 yıllık arkadaşımla beraberdik ailecek. Onun babası ile benim babam tam 70 yıldır arkadaşlar. Eh biz de bu sayede tanışıyoruz zaten. Çocukluğumuz beraber aynı apartmanda geçti. O zamanlar birbirimizi kasıtlı olarak sinirlendirirdik, ve dolayısı ile bağırıp çağırdığımız da olurdu birbirimize. Hiç de ciddiye almazdım onu. Benim için, onun çocuklarına kızdığı zaman çocuklarının onu ciddiye alıyor olması hayli şaşırtıcı oldu. Benim algı penceremden bakınca kendimi zor tuttum gülmemek için.

Reklam dünyası tamamen algı üzerine değil mi? Algılarımız şekillendiğinde bizim için 1970 lerde mutfak, banyoyu temizlemek ile eşdeğerdi “vim” lemek. Vim bir marka idi oysa, şimdi ise Ciflemek oldu adı. Googling internette arama yapmanın tanımı.
O halde, ALGI gerçekten de herşey. Ve nefis bir fırsat. Basit bir algı değişikliği ile neleri hayatınıza dahil edebileceğinizi biliyor musunuz?

Algımızı farketmek ve değiştirmek için neler yapabilirize dair ipuçları bir sonraki yazıda.

Temmuz 26, 2012 at 11:18 am Yorum bırakın

 Tutum kader midir? Zamanla düzelir mi?

Bebeği gözlüyorum. Yataktan gülerek kalkiyor. Tüm gün boyunca da uykusuna, acıkmasına rağmen her firsatta gülmeye çalışıyor maşallah. Bir de diğer uçta sürekli mızmız söyleneni var. Evet anne, baba, büyüdüğü ortam tüm bunlar mutlaka önemli. Genler çok önemli. Ancak bunlar kontrol alanımızın dışında.
Sizlere de aile büyükleriniz anlatmışlardır mutlaka. “Sen hep gülerek uyanırdın  hiç ağladığını bilmeyiz” denilen bebekler sonra nasıl olur da aksi, huysuz dediğim dedik kisiler haline gelir diye merak ediyorum dogrusu. Ben de gülerek uyanan bebeklerdenmisim. Sonra ama, kendinden üç yaş büyük ablaya kafayı takıp, hırslı, istediklerinin olması konusunda ısrarcı biri olmuşum. Abla yürüyor ben de yürümeliyim, aaa o yazı yazıp okuyor ben de, nee İngilizce mı konuşuyor ben daha iyi konuşabilirim derken hayata karşı da  inatçı bir tutum sergilemeye başlamışım.
Sonra seçtiğimiz hayatlar tutumumuzu netleştirmeye/sabitlemeye devam ediyor. İstanbul’da yaşamak bir ask nefret ilişkisi tutumunu percinliyor örneğin. Bu tutumu bilinçsizce davranışa geçirdiğimiz için bir bakıyoruz ki insanlarla iletişimimiz de aynı formatta. Seçtiğimiz eş, meslek hepsi bizi hızlıca bu halimize ulaştırıyor. Avukat babası annesi olanlar bilirler; bir sor bin endişe dinle. Meslek deformasyonu olarak negatif neler gelebilir başına onları dinlersin. Olumsuz olasılıklar bir bir dökülür önüne, satırlar halinde liste olarak, analitik analitik örnekler ile.
Bu bir kader midir öyleyse, geldik gidiyoruz napalım başka bir hayata kismet mi demeliyiz?
Hayır,hayır demeyin öyle. Valla yapınca, isteyince oluyor. Bir kere donanmışız nefis bir beyin ile. Geçince neokorteks sisteme, olumlu olarak ifade edince ve farklı bir yol izlemenin tamamen senin kontrolunde olduğunun  sorumluluğunu üstlenince oluyor.
Birinci evre: İstemedigin ama genetik oldugunu düşündüğün bir tutumun ne kadar yorucu olduğunu keşfetmek. Öncelikle kendin sonra da çevren için.
İkinci evre: Nereye  kadar esneyebildigini deneyimleme.  En sevdiğim koçluk sorusu; bugün neyi  farklı olarak deneyimlemek istersin? Bugüne kadarki tutumun ile elde ettiklerin belli. Sayesinde  başarılı oldugun tutumunu al cebine koy ve ötesinde başka hangi tutum seni sürprizli ve keyifli bir sonuca ulaştıracak onu keşfet.
Üçüncü evre: Bol bol uygulama, taaaa ki alışkanlık haline gelene kadar
Dördüncü evre: Paylaşım. Buradaki başarılı süreci diğerleri ile paylaşma, onlara da bunu deneyimlemeleri için alan tutma..
Nefis bir değişim  için iç sevinçleri diliyorum herkese.Yaşam sevinci  olunca  insan yapmak, denemek için hevesleniyor zira. Neokorteks yaşam sevincimize ulaşmada en sağlam köprü. Orda herşeyi hayal etmek, planlamak mümkün.
Can Karaburcak

Temmuz 20, 2012 at 12:43 pm Yorum bırakın

1.Modül: Hadi “Yolumuza” Bakalım

Temmuz 17, 2012 at 10:42 pm Yorum bırakın

İnad etmek iyidir-Yerine göre

 

Nedime Hanım, (sonraları benim için “Nedime” ve can dostlarımdan biri oldu)  Bir bankada Kamu Kurumsal Şubeyi kurarken beraber çalıştığım çok değerli bir bankacı.

  • Yeni bir iş yapılacağı zaman neleri bilmesi gerektiğini didik didik araştırması,
  • Bilmediği şeyleri farkettiği andaki öğrenme azmi
  • İşine duyduğu saygı
  • Yaptığı işe duyduğu coşku
  • Ekibine arka çıkması
  • Onları iş veya özel hayat ayırt etmeksizin her alanda desteklemesi
  • Kendinden yaşça küçük olmama rağmen müdürü olduğum için tek bir gün gocunmaması, bunu asla sorun etmemesi
  • Her zaman eleştirileri birer “hediye” olarak algılaması ve asla kişiselleştirmemesi
  • En çok, ama en çok da enerjisi

Bunlar beni hep etkilemiştir.

Evet sabahları huysuzdur hep. Odama geçerken bilirdim, henüz afyonu patlamamıştır, ancak saat 10 gibi kendine gelecektir.  Aksiliği bile tatlıdır. Zira sabah saat 9 da problem çıkacak olsa bu defa huysuz ve tatlı haliyle yine işi çözmeye odaklanacağını bilirdim. Kaç kere şahit oldum.

Pek çok sağlık sorunu oldu, ama hepsinde de “Ben çok iyi olacağım, iyiyim zaten” dedi. Tabii ki doktor ilaç vs hepsini uyguladı, ancak o şövalye tutumu hep bana ağlamak isteği verdi. Bir de yaşam sevinci.

Yukarıda saydıklarımı her koşulda hep sergiledi, sergiliyor; hastalıkta, problemde. Hep çözmeye, ne yapabilirime odaklanıyor.

Bunları neden anlatıyorum? 30 küsur yılı aşkın bankacılık kariyeri sonrasında tuttu gelinlikçi ve gece elbiseleri satan bir  mağaza açtı.

Ankara’da,   adı. Çok başarılı, basbayağı rakip köklü kuruluşlara. (Aaa şimdi yazarken farkediyorum, ismine uygun işi kurmuş meğer, hiçbirşey boşuna değil bir kere daha dank ediyor kafama)

Geçen gün  beraberdik . Öyle bir coşku ile anlatıyor ki; gelinlikler ve dolayısı ile danteller, aksesuarlar ve tabii ki gelinlerle olan iletişimini. Üstelik damat ve kayınvalideler ona bayılıyorlar, onları da bir güzel ikna edebiliyor gelinin istediği gelinliğe. Herkes mutlu ayrılsın istiyor. Asla “bu alıcı değil boşver vaktime, konuşmama yazık” demiyor. Demediği için de zaten neredeyse her servis satışa dönüyor. Bu coşkuyu nerden buluyor hep merak ediyorum.

Ülkü sordu; “Nedime ya onca yıllık bankacılıktan sonra demiyor musun kendine benim ne işim varmış bankada diye?”

“Evet diyorum herhalde farkında değilim, gerçekten kendimi buldum, çok mutlu oluyorum o insanların işi görülünce, onlar mutlu olunca, içlerine sinince, doğru olanı, yakışanı sattığımı bilince” dedi.

Ona hatırlattım:

“İthalat akreditiflerini de sen böyle açardın unuttun mu dedim. Odama koşarak gelirdin, telefon etmeye bile sabretmeyip, “yaşasın X firmaya şu kadar havale geldi, şu kadarlık akreditif açtık, teminat mektubu düzenledik” diye coşarak anlatırdın; üstelik pazarlama değil operasyon müdürü olduğun halde.”

Şimdi dantellerini okşadığı gelinlikler gibi, o zaman da harfleri, mürekkebi, teleksi, faksı filan okşar, ekibini de motive ederdi.

Sırrı ne bu  işin? İçindeki öz değeri bulup, hangi işte olursan ol, onu oraya yansıtmak mı? Burada yumurta mı  tavuktan, tavuk mu yumurtadan hikayesi kesinlikle işlemiyor bilesiniz. Hayatı algılamadaki  (okumadaki) tutum ve kararlılık hiç bilmediğimiz, yepyeni bir alanda bizi çok başarılı yapabiliyor.

Ne diyor Cem Yılmaz? Madem mutluluk içimizdeydi neden onca para verdik de geldik Hindistan’a, insan görmez mi hiç, onca x-ray cihazı tarıyor uçağa binmeden, demez mi beyefendi içinizde birşey var ne o??”

Evet mutluluk, coşku, yaşam sevinci hep beynimizde esasen.

İşin sırrı bence kişinin o beynini kullanıp kendisini tanımasında. Onun için en önemli değerin ne olduğuna  uyanmasında. Ve sonra ona sahip çıkıp, inatla onu yaşamasında.

Evet bence Nedime çok inatçı biri. Çok yaşa sen emi.

 

Can Karaburçak

 

 

 

 

 

 

 

 

Temmuz 15, 2012 at 9:57 pm Yorum bırakın

Bir film izledim kafama dank etti:)

Biraz evvel  fransız yapımı Lübnan’da çekilen bir filminden çıktım.”Et Maintenant, on va ou?-Peki şimdi nereye? filmin adı. Hıristiyan ve müslümanların birlikte yaşadığı bir köyde, memleketlerinde çıkan iç savaşın uzantısı olarak köyün gençlerinin, babalarının, kocalarının öldürülmüş olduğu; geride anneler ile eşlerin, daha ufak gençler ile çocuk ve yaşlıların kaldığı; elde yas ve nefes tutmaktan başka birşeyin kalmadığı kara bir sahne ile başlıyor film. Birlikte büyümüş, oynamış aynı kızı sevmiş en fazla bunun yüzünden kavga etmiş gençler arasındaki çatışmalar sonucunda evlatlarını kaybetmiş annelerin durumu en acısı. Geride kalan tek bir başkasının çocuğunu bile bu saçma savaş için harcamak istemiyorlar. Gelgör ki, imam da papaz da gençleri barış noktasına çekemiyor.

Ve kadınlar☺) Ah biz. Muhteşemiz. Taptaze, gencecik, fıstık 5-6 kızı köylerine getirtiyorlar. Umdukları şu; erkekler yeniden yaşamın ne demek olduğunu hatırlayacak, o kadınları arzulayarak hayata tutunacak ve birbirleri ile kavga etmeyi kesecek. Kızlar köye geldiğinde hepsi bir telaş nihayet traş oluyor, saç kesimine berbere gidiyor, yıkanıyor filan ama tabii bir süreliğine. İlk fırsatta yine en ufak bir bahane ile müslüman hıristiyan arası çekişme ve kavga başlıyor. Ve bir hıristiyan anne, bir evladını daha silahlı çatışmada yitiriyor. Önce onun öldüğünü saklıyor; büyük oğlu da bu anlamsız kavgaya devam etmesin diye. Ama sır çabuk ortaya çıkıyor ve anne kendi oğlunu yaralıyor ki silahlara sarılıp savaşa gitmesin.

Yine de bunların hiçbiri çare olmayınca ne yapıyorlar dersiniz? Bir gece, haşhaşlı kekleri yapıp tüm erkekleri köyün kahvesinde topluyorlar. Onlar yedikçe neşeleniyor, neşelendikçe kavgayı unutuyorken, bu muhteşem kadınlar onların cephaneliğini başka yere taşıyor, toprağın dibine gömüyorlar. Ertesi sabahki sahne şahane; erkekler hıristiyan karılarını, annelerini örtünüp müslüman olmuş namaz kılarken buluyor. Müslüman olanlar ise boyunlarına hac takıp, normal giysilere bürünüyorlar. Erkekler başlangıçta şaşırıp öfkeleniyor ancak kadınlar kararlı: “Ben de artık onlardanım, önce beni öldürmekten başlamalısın” diyorlar.

Kendileri için anlamın, değerin analar, eşler, bacılar olduğunu anlayınca erkeklere olanı kabullenmek düşüyor. Tek sorun öncesinde hıristiyan olan annenin evladının hangi mezarlığa gömülecek olması.

Bana ne dank etti yine? Farklı bakış açısından deneyimleyebilmenin inanılmaz gücü. Sıkıştığımız, mutsuz ve haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüz o anlarda farklı bakış açısına geçebilmek için o muhteşem neokorteks sistemi kullanmanın inanılmaz değeri ve kolaylığı içimi aydınlattı. Çare bizde, tam da neokortekste. Olumsuzu algılamayan, geleceği oluşturan, çözüme odaklanabildiğimiz o yerde.

Beyin cerrahı Dr. Daniel Amen “Magnificent Mind At Any Age” adlı kitabında, 25 yaşına kadar ancak gelişimini tamamlayan beynimizin neokorteks alanına nasıl iyi bakmamız gerektiğini anlatıyor. En basitinden bisiklete, motorsiklete binerken kask takmak, tehlikeli sporlar yapmamak, başımızı her tür darbeden korumanın yanısıra içeriden de bol su, doğru beslenme, yeterli uyku ile bakmamız gerektiğinin önemini anlatıyor. Sağlıksız yaşamın (içki en fenası, kan akışını yavaşlatıyor beyin yeterince beslenemiyor, beyin ölen hücreleri yeniden yenilese de, sistem onları tekrar öldürmeye odaklanıyor) dışarıdan alınan darbelerin yanı sıra; inatçı, kavga eden, huysuz, tartışan, olumlu ortamlarda kalma şansına sahip olmamış biri iseniz , kolunuzda oluşan bir çizik gibi neokortekste derin çukurlar, çizikler oluşuyor.

Bu yüzden binlerce kitap da okusanız, nasihat, koçluk, terapi de alsanız olumlu düşüncelere sahip olamıyorsunuz. Gülümsemek artık daha az işe yarıyor. İçinizden birşey yapmak, canlanmak, hayata tutunmak gelmiyor. Sebebi ise basit; beyniniz fiziken arızalandı. İleriki yaşlarda alzheimer, parkinson hastalıkları ise işin daha kolayca teşhis edilebilen ve rık geri dönüşü olmayan alanları. Muhteşem beynimiz oysa; sağlıklı beslenmeye, içki dışarı- su içeri, olumsuz enerjiler dışarı-spor içeri, sevilen arkadaşlar içeri durumu yarattığınızda kendini yeniden tazeleyip, o çukurları çok güzel doldurabiliyor.

Can Karaburçak

Temmuz 9, 2012 at 8:48 pm Yorum bırakın

“Olumlu Düşün, İyi Şeyler Olsun” Tek Başına Yeter mi?

Sevgili kişisel gelişim guruları uzun yıllardan bu yana hepimize aynı tavsiyeyi verdiler: “Eğer yaşamınızı değiştirmek istiyorsanız, düşünce şeklinizi değiştirin. Olumlu düşündüğünüzde, yaşamdan daha çok keyif alıp daha da başarılı ve mutlu olursunuz.” Çok makul ve devamındaki bilimsel açıklamalar eşliğinde çok da mantıklı olabilen bu nasihatlar, peki gerçek yaşamda ne kadar çalışıyor? Rip it up kitabının yazarı Richard Wiseman Olumlu Düşünceyi tam olarak böyle sorguluyor, pek de iyi yapıyorJ

Önce İki Örnek

Hayal etme ya da imgeleme ile başlayalım. Kendinizin en iyi, en istediğiniz halinizi gözünüzü kapatın ve canlandırın. Üst yönetimdesiniz, plazanın en üst katında, en köşe ve en manzaralı kocaman odanızda ajandanıza bakıyorsunuz. Ya da Meksika’da kumsalda elinizde en renkli kokteyl kadehinizle uzanıyorsunuz, yüzünüzde huzurlu bir gülümseme eşliğinde… Güzel geldi mi? Peki bilimsel çalışmalar bu hayaller ve gerçek yaşam arasındaki ilişkiye ne diyor?

Kaliforniya Üniversitesinde öğrencilerle yapılan bir çalışmada, bir grup öğrenciden her gün düzenli olarak gelecek sınavlarından yüksek not aldıklarını hayal etmeleri istenmiş. Sadece bir kaç dakika süren bu gündüz hayalleri öğrencilerin artan kendine güvenleri ve daha az çalışmaları ile birlikte sınav sonuçlarını daha da olumsuz etkilemiş. New York Üniversitesi’nde de mezuniyet dönemindeki öğrencileri hayallerindeki işi yazmaları söylenmiş. Sonuç daha az sayıda iş teklifi ve daha düşük maaşlar…

Wiseman ne öneriyor?

“Olumlu Düşünmeyi” Unutun, “Harekete Geçin”, “İyi” Hissedin:-)

Wiseman davranış, düşünceler ve duygular arasındaki yumurta tavuk ilişkisinde başlangıcı “davranış” olarak belirliyor. Yetmişlerde James Laird tarafından Clark Üniversitesinde gerçekleştirilen çalışma ile aynı paralelde söyledikleri; kaşlarını çatıp kızgın bir ifade takınmaları söylenen deneklerin kendilerini daha kızgın, gülümsemeleri istenen deneklerin de kendilerini daha mutlu hissettiklerini söylemeleri gibi… Mış gibi davranmaya başlamak, küçük de olsa bir adım atmak, edilgen olumlu düşüncenin ötesinde,  pratikte de işe yarıyor.

Davranış değişikliği “iyi” duyguları yaratıyor ve olumlu düşünceler böylece gerçek olabiliyor. Farkındalık ile duyguları yaşamak, ne hissettiğimizin gerçekten farkında olmak yakın dönemde daha sık duymaya başlayacağımız yeni “sır” olacak:-)

İşte Richard Wiseman’dan bir kaç değişim önerisi:

  1. Daha Mutlu Olmak için 20 saniye kadar gülümseyin.
  2. Diyetinize bağlı kalmak için kullanmadığınız elinizle yemeyi deneyin. Farkındalığınız artacaktır.
  3. Müzakereden daha iyi bir sonuçla masadan kalkmak için yumuşak koltukları tercih edin.
  4. Suçluluk hissini azaltmak için ellerinizi yıkayın.
  5. Özgüveninizin artması için daha dik durun.

İkincisi denemek için bana pek bir hoş geldi:-)

Son Soru: Şu anda Siz ne hissediyorsunuz?

Mine Kobal Ok

Temmuz 5, 2012 at 7:22 am Yorum bırakın


Yeni gönderimlerden haberdar olmak için e-posta adresiniz

Diğer 86 aboneye katılın