Posts tagged ‘Duygular’

Bu Duyguların Sebebi Kim?

Cause-EffectUçakta anne üç yaşındaki kızını iniş sırasında kemerini bağlaması için ikna etmeye çalışıyordu: “Lütfen koltuğuna otur. Bak anneni ne kadar üzüyorsun.”

Ya da işten eve yorgun gelen baba beş yaşındaki oğluna bu kadar gürültülü koşturmamasını söylüyor: “Oğlum bak baba çok yorgun. Bu kadar gürültü yapıp beni ne kadar sinirlendiriyorsun.”

Coğrafya sınavından sürpriz yapıp 10 alan oğluna annesi ne kadar mutlu olduğunu anlatıyor: “Oğlum beni ne kadar mutlu ettin.”

Bu cümleler tanıdık geliyor mu Size? Üç cümlede de anne ya da babanın duygularının sebebi çocuklar. Kötü bir şeyler yaptıklarında kızdırıyorlar, iyi bir şeyler yaptıklarında ise sevindiriyorlar. Bu cümlelerin devamında çocuklara verilen mesajların neler olabileceğini düşündüğümüzde neler söyleyebiliriz?

-Ben annemi ya da babamı sevindirip, üzebiliyorsam eğer başkaları da benim duygularımı etkileyebilir. Dolayısıyla duygularımın sebepleri dışarıda bir yerde.

-Duygularımın ve devamında belki de davranışlarımın sorumluluğu da pek ben de olmayabilir.

Bu varsayımı kabul ettiğimizde bizi mutlu eden veya kızdıran her ne varsa tüm sorumluğu yükleyebileceğimiz olaylar, insanlar ve sahneler yaratabiliriz. Peki bu durum ne kadar gerçek?

Tüm duygularımızın sorumluluğu tamamen bize ait nokta der sevgili bilim insanları. Çevremizde ne oluyorsa ve biz bu olanları nasıl algılıyorsak duygularımızı bu yönde şekillendiriyoruz. Sorumluluk tamamen bizde, çünkü tüm duygular bizim düşüncelerimizin kimyasal bir reaksiyonu sonucu var oluyorlar. Her ne düşünmeyi seçersek, duygumuzu da seçmiş oluyoruz ve devamında davranışımız da duygumuzu izliyor. Tüm hissettiklerimizin sebebi biziz. Değer verdiğimiz için çocuklar, yakın arkadaşlar, güvendiğimiz insanlar bizi üzebiliyor ya da mutlu edebiliyor.

Aynı üç cümleyi daha farklı nasıl söylenebilir bu durumda? Buyurun aşağıda hazır yazılmışı var:-)

-Koltuğa oturmamana üzülüyorum.

-Bu kadar bağırmana sinirleniyorum.

-Sınavdan 10 almana çok sevindim.

Nasıl geldi? Yine duygular aynı, bu kez anne ve babanın seçimi olan duygulardan bahsediyoruz. Duygularımızın sorumluluğunu aldığımızda değişim için de çaba harcayama “evet” diyebiliyoruz. Kurban dramasını oynamak yerine bir şeyler için çaba harcamayı seçebiliyoruz.

Daha da güzeli duyguların sorumluluğunu alan çocuklar yaratabiliyoruz. Hepimize kolay gelsin:-)

Mine Kobal Ok, ACC

Aralık 26, 2012 at 4:47 pm 3 yorum

Duygunun Tavsiyesi

Çocuk, okulda sıra arkadaşına ne kadar çok sinirlendiğini annesine anlattığında, Sizce annenin yanıtı ne olur? “O kadar da sinirlenecek bir şey yok, o da seni zor durumda bırakmak istememiştir. Hem bu kadar küçük bir şeye sinirlenmen anlamsız değil mi?” etrafında dolanan cümleleri duymayı bekleriz.

Pek çocuğumuz bu şekilde büyüdük. Korktuğumuz zamanlarda, aslında korkacak bir şey olmadığını, üzüldüğümüzde üzülmeye değmeyeceğini, canımız acıdığında cesur olmamız gerektiğini, duyarak/ anlamaya çalışarak büyüdük. Tal Ben Shahar Mükemmeli Aramak kitabında Psikolog Haim Ginott referansıyla bu durumu şöyle özetliyor “Pek çok insan gerçek duygularının ne olduğunun farkında olmayacak şekilde eğitilmiştir. Aslında anne babanın rolü, çocuğun duygularına ayna tutabilmek, gerçek duygularını içine tavsiyeler katmadan ona yansıtabilmek olmalıdır. Bir çocuk fiziksel olarak nasıl göründüğünü aynalardan öğrenir. Hissettiklerini ise özellikle anne ve babasından duyduğu sözlerle öğrenir.” Dolayısıyla sadece “anlıyorum, bu durum seni ne kadar üzmüş” demek yeterli olacaktır. Böylece yaşadığı duygunun gerçek olduğunu anlar, böylece onun anlayan anne ve babası olduğunu bilir ve böylece duygularını izlemeyi, anlamayı ve ifade edebilmeyi öğrenir. Devamında ise diğer insanların da farklı duyguları olduğunu anlayabilir.

Ginott’un bu cümlelerini yetişkin dünyamıza taşıdığımızda “Birbirimize ne kadar duygu tavsiyesi vermeye çalışıyoruz?” sorusunu duyuyoruz. Tamamen iyi niyetle, yardımcı olabilmek hevesiyle o çok değer verdiğimiz insanın duygularını düzeltmeye çalışıyoruz. Seminer malzemesi olarak ezberlediğimiz empati ise nedense uygulamada pek işe yarayamıyor.

Duyguları kabul etmek, izlemek, fark etmek kocaman problemleri çözecek sihir değil elbette. Bununla birlikte  çok güçlü bir ilk adım:-)

Duyguların geçici olduğunu biliyoruz. Peki Siz, duygularınız geçmeden onları izlemek için ne yapıyorsunuz? Daha farklı neler yapabilirsiniz?

Sohbetlerinizde sadece duyguyu izlemek ayna olabilmek için neler yapabilirsiniz? Bazen bir şey yapmamak, yapıyor olmaktan daha zorlayıcı olabiliyor, yine de keyifli:-)

Mine Kobal Ok, ACC

Kasım 9, 2012 at 6:58 am Yorum bırakın

“Olumlu Düşün, İyi Şeyler Olsun” Tek Başına Yeter mi?

Sevgili kişisel gelişim guruları uzun yıllardan bu yana hepimize aynı tavsiyeyi verdiler: “Eğer yaşamınızı değiştirmek istiyorsanız, düşünce şeklinizi değiştirin. Olumlu düşündüğünüzde, yaşamdan daha çok keyif alıp daha da başarılı ve mutlu olursunuz.” Çok makul ve devamındaki bilimsel açıklamalar eşliğinde çok da mantıklı olabilen bu nasihatlar, peki gerçek yaşamda ne kadar çalışıyor? Rip it up kitabının yazarı Richard Wiseman Olumlu Düşünceyi tam olarak böyle sorguluyor, pek de iyi yapıyorJ

Önce İki Örnek

Hayal etme ya da imgeleme ile başlayalım. Kendinizin en iyi, en istediğiniz halinizi gözünüzü kapatın ve canlandırın. Üst yönetimdesiniz, plazanın en üst katında, en köşe ve en manzaralı kocaman odanızda ajandanıza bakıyorsunuz. Ya da Meksika’da kumsalda elinizde en renkli kokteyl kadehinizle uzanıyorsunuz, yüzünüzde huzurlu bir gülümseme eşliğinde… Güzel geldi mi? Peki bilimsel çalışmalar bu hayaller ve gerçek yaşam arasındaki ilişkiye ne diyor?

Kaliforniya Üniversitesinde öğrencilerle yapılan bir çalışmada, bir grup öğrenciden her gün düzenli olarak gelecek sınavlarından yüksek not aldıklarını hayal etmeleri istenmiş. Sadece bir kaç dakika süren bu gündüz hayalleri öğrencilerin artan kendine güvenleri ve daha az çalışmaları ile birlikte sınav sonuçlarını daha da olumsuz etkilemiş. New York Üniversitesi’nde de mezuniyet dönemindeki öğrencileri hayallerindeki işi yazmaları söylenmiş. Sonuç daha az sayıda iş teklifi ve daha düşük maaşlar…

Wiseman ne öneriyor?

“Olumlu Düşünmeyi” Unutun, “Harekete Geçin”, “İyi” Hissedin:-)

Wiseman davranış, düşünceler ve duygular arasındaki yumurta tavuk ilişkisinde başlangıcı “davranış” olarak belirliyor. Yetmişlerde James Laird tarafından Clark Üniversitesinde gerçekleştirilen çalışma ile aynı paralelde söyledikleri; kaşlarını çatıp kızgın bir ifade takınmaları söylenen deneklerin kendilerini daha kızgın, gülümsemeleri istenen deneklerin de kendilerini daha mutlu hissettiklerini söylemeleri gibi… Mış gibi davranmaya başlamak, küçük de olsa bir adım atmak, edilgen olumlu düşüncenin ötesinde,  pratikte de işe yarıyor.

Davranış değişikliği “iyi” duyguları yaratıyor ve olumlu düşünceler böylece gerçek olabiliyor. Farkındalık ile duyguları yaşamak, ne hissettiğimizin gerçekten farkında olmak yakın dönemde daha sık duymaya başlayacağımız yeni “sır” olacak:-)

İşte Richard Wiseman’dan bir kaç değişim önerisi:

  1. Daha Mutlu Olmak için 20 saniye kadar gülümseyin.
  2. Diyetinize bağlı kalmak için kullanmadığınız elinizle yemeyi deneyin. Farkındalığınız artacaktır.
  3. Müzakereden daha iyi bir sonuçla masadan kalkmak için yumuşak koltukları tercih edin.
  4. Suçluluk hissini azaltmak için ellerinizi yıkayın.
  5. Özgüveninizin artması için daha dik durun.

İkincisi denemek için bana pek bir hoş geldi:-)

Son Soru: Şu anda Siz ne hissediyorsunuz?

Mine Kobal Ok

Temmuz 5, 2012 at 7:22 am Yorum bırakın

Duygusal Dürüstlük

Alain de Botton’un editörlüğünü yaptığı “The School of Life” serisinin Philippa Perry tarafından yazılan “How to Stay Sane” kitabını bu hafta okuduktan sonra bende kalanları yazmak istedim.

Felsefe ile ilgilenenlerin kendilerine sormayı pek sevdikleri biraz kuantum kokan, biraz Schrödinger’in kedisi hikayesini anımsatan sorusu ile hikaye başlıyor. “Ormanda eğer bir ağaç devrilirse ve kimse hiç bir şey duymazsa gerçekten bir ses çıkmış mıdır?” Aynı sorunun öznesi insan olarak tanımlandığında,  varolabilmek için diğer insanlara ihtiyacımız olup olmadığını sormaya başlayabiliriz.

Bu noktadan hareketle Perry ilişkilerimizde duygularımızı ne ölçüde dürüstçe paylaşabildiğimizi farketmemizi sağlayacak (aile terapisti Virginia Satir tarafından geliştirilen) yaklaşık yarım saat sürecek bir çalışma önerisi paylaşıyor. İkili ilişkiler ya da gruplarda belirli zaman aralıklarında tekrarlanmak üzere  uygulanması önerilen bu çalışmayı ben denediğimde sonuç gerçekten çok keyifli oldu. Biraz denenmiş yemek tarifi paylaşmak gibi de olsa, iyi çalıştığını söylemek durumundayım.

Çalışma beş temel başlıktan oluşuyor. İster iki kişi, isterse beş kişi olsun sıra ile başlıklar hakkında konuşuluyor. Karşı taraf(lar) sadece dinliyorlar, yapabilecekleri yorum teşekkür edebilmek ile sınırlı.

Birinci Başlık: Takdir

Çalışma önce takdir turu ile başlıyor. Takdir cümleleri ne kadar spesifik bir davranışı tanımlayabilese o kadar değerli oluyor. “Seninle birlikte olmaktan hoşlanıyorum” yerine “Öğle arasında sadece nasıl olduğumu sormak için beni araman kendimi değerli hissetiriyor” demek gibi Tahmin edebileceğiniz gibi “eğer” gibi koşullar barındıran ifadeler bu bölümde geçerli kabul edilmiyorlar.

İkinci Başlık:Yeni Bir Bilgi

Bu turda bu hafta diş hekiminden aldığınız kontrol randevunuzu  ya da geçen hafta lise yıllığına bakarken neler hissettiğinizi yeni bilgi olarak iletebilirsiniz. Tek koşul kendinizle ilgili daha önce paylaşmamış olduğunuz yeni bir bilgi olması.

Üçüncü Başlık: Bir Soru

Merak ettiğimiz bir varsayımı soruyoruz bu aşamada. “Geçen sabah günaydın demeden geçtiğinde bana mı kızgındın, yoksa beni görmemiş miydin?” iyi bir soru olabilir. Kendi varsayımlarımızı dile getirmek için iyi bir fırsat olmakla birlikte diğer kişi(ler)in yanıt vermek gibi bir zorunluluğu da bulunmuyor. Sadece teşekkür etmek, ya da kısaca yanıt vermek olası iki seçenek bu turdaki.

Dördüncü Başlık: Bir Şikayet ve Devamında Değişim Önerisi

Koçluk yaklaşımıyla ne ölçüde örtüşdüğünü sorgulasam da orjinal çalışmaya sadık kalmak istedim. Şikayeti çözüm için fırsata dönüştürebiliyorsak, etkileşimin odağını çözüme taşıyabiliyorsak iyi çalışıyor aslında.

Beşinci Başlık: İstekler, Umutlar ve Düşler

Benim en sevdiğim tur bu oldu:-) Karşımızdaki kişinin düşlerini duymak bize iyi geldiği gibi ona da o kadar iyi geliyor ki. Düşleri, istekleri ifade etmek ve böylece onların enerjilerini beslemek devamında gerçekleştiriyor olmanın da ilk adımı…

Ayda bir ya da iki gün böyle bir çalışmaya zaman ayırdığınızda ve sonrasında ilişkinizi değerlendirdiğinizde daha dolu dolu, keyifli anılarınız olacağını vaadiyor Philippa Perry.

Mine Kobal Ok

Haziran 23, 2012 at 8:49 pm Yorum bırakın

YolunAçık Yaratıcı Yolculuk Semineri

YolunAçık

Coaching House Yaratıcı Yolculuk Semineri

Önümüze açılan yollar arasından yaptığımız seçimlerle  bugünümüze ulaştık.

Peki yolculuğumuzun devamında neler olacak sizce?

Coaching House olarak, kendi yolculuğumuza çıkmak için farkındalık ve istekle hazırlandığımızda yolumuzun açık olduğunu biliyoruz.

Şimdi de merak ediyor ve size soruyoruz;

  • Çıkmayı çok istediğiniz ancak tam da adını koyamadığınız,
  • Hep çıkmaya niyet edip de ertelemek için bahaneler bulduğunuz,
  • Veya şimdi üzerinde olduğunuz ve yönünü değiştirmek istediğiniz o yola;

Bir fırsat yaratıp doya doya bakabilmek,

İnce ince planlayıp, koordinatlarını yaşam haritanızda belirlemek

Ve yolunuzu bu defa farkındalıkla ve kararlılıkla tekrar seçebilmek

İster miydiniz, cesaret eder miydiniz, keyif  alır mıydınız?

 

Yanıtınız “EVET” ise kendi yolculuğunuzu planlamaya şimdiden hoş geldiniz:-)

 

 

Dışarıya bakan rüya görür, içeriye bakan uyanır. Carl G. Jung

“YolunAçık” programını, kendi yolculuğunu tasarlamak ve yola çıkmak isteyenler için oluşturduk.

Yeni program için mutfağa girdiğimizde kendimize sorduğumuz ilk soru “Yaşamdan nasıl daha keyif alabiliriz?” oldu. “İşten ve sosyal hayattan başlayıp kendi içimize nasıl bir yolculuk tasarlayabiliriz?” diye düşünmeye ve hayal kurmaya devam ettik. Sonrasında kendimize biz nasıl bir program olsa koşa koşa katılmak isteriz diye sorduk.

Öyle bir program olmalı ki;

  • Çok değerli farkındalık sahneleri deneyimleyebilelim,
  • İçinde bilgi olsun, ancak konuşarak, dinleyerek, sessiz kalarak, görerek,bakarak, dokunarak,hissederek,keyif alarak öğrenelim,
  • Sadece öğrenmekle de kalmayalım, sonrasında yaşamımıza taşıyabilelim,
  • Kendimizin; deneyimlemek, olmak istediğimiz halimizle tanışalım,
  • Çevremizdekiler  bu program sonrası  mutluluğumuzu farketsinler, onlara da yansısın,
  • Daha önce katıldığımız hiç bir eğitime/ seminere/ atölye çalışmasına benzememek gibi bir iddiası da olsun.

Sonrasında çok çalıştık, okuduk, sorduk, soruşturduk, düşündük, yazdık, çizdik, sildik, ince ince dokuduk ve sizlerle paylaşmaya hazır yepyeni üç modül oluşturduk;

                                   1. Modül:  Farkındalık

                                   2.Modül:  Gelişim

                                   3.Modül:  Değişim

 

Neden YOLa  Çıkıyoruz?

Koçluk yaklaşımıyla oluşturulan üç modülün sonunda;

  • Yaşamın bütününe daha gülümsüyerek bakmak,
  • Profesyonel, sosyal ve özel yaşamdan daha keyif almak,
  • Kendi yolculuğumuzun rotasını kendimiz çizmek için adım atmış ve detaylı bir plan yapmış olacağız.

Olacaksınız yerine olacağız diyoruz, çünkü iletişimin çok yönlü olduğu bir programa sizleri davet ediyoruz. Sadece bir bilen, öğreten ve öğrenenler yerine, açık ve keyifli paylaşımlarla hep birlikte zenginleşeceğimiz, büyüyeceğimiz, büyüleneceğimiz bir yolculuk tasarladık. Sürpriz konuklar, hikayeler, uygulamalarla yeni renkler yeni rotalar keşfedecek olmanın heyecanını yaşıyoruz.

Siz de kendinizi ve olmak isteyeceğiniz versiyonunuzu keşfetmek istiyorsanız sizinle  yol arkadaşı olmak istiyoruz.

 

                        Bizler düşlerin malzemesiyiz.  W.Shakespeare

Birinci Modül: Farkındalık

Hadi “Yolumuz”a bakalım:-)

Devam eden iki modüle temel oluşturacak ilk modülde özetle duygular, düşünceler ve davranışlar arasındaki ilişkiyi deneyimleyeceğiz.

Bireysel farkındalık ile gerçek anlamda tanışmak, anda kalmayı, akışta olmanın keyfini tatmayı konuşacağız, dinleyeceğiz, anlayacağız ve deneyimleyeceğiz. Böylece hem kendi yaratıcı potansiyelimizle tanışacak, hem de yanıt aradığımız alana yönelik farklı bakış açılarını değerlendirebileceğiz.

Farklı bakış açıları derken kendimiz kaynaklı keyifli deneyimlerin yanısıra, hayal kahramanları, bilim insanları veya antik çağdan  konuklar da davet edeceğiz.

İkinci Modül: Gelişim

Yolculuk nereye bilirsen

 “Yol Açık”

Yolun açık olduğunu bize hatırlatacak kıvılcımı büyütmeye başladığımız Gelişim Modülünde yeni zihinsel alışkanlıklar geliştirmek üzere olası tüm detayları ile yaratıcı yolculuğumuzu tasarlayacağız.

Önce tüm farkındalığımızla yaşamamızın farklı alanlarında nasıl bir başarı/ mutluluk hikayesi yazmak istediğimize karar vereceğiz.

Hikayemizi farklı iç seslerimizden dinleyeceğiz, sonrasında onu nasıl yaşayacağımıza karar vereceğiz. Fon müziğinden, dekor seçimine kadar çekim setini tasarlayacağız. Farklı sahnelerde baş rolü kimlerle paylaşacağımıza, yardımcı rollerde kimleri görmek istediğimize karar vereceğiz.

Nasıl bir yolculuk hikayesini canlandırmak istersiniz? Pembe romantik bir film mi, yoksa bol adrenalinli bir macera filmi mi? Siz karar vereceksiniz

Üçüncü Modül: Değişim

Çantaları hazırlıyoruz: Hadi artık “Yola Çık”

Artık çantamızı hazırlıyoruz. Yolda yanımıza neler almak istiyoruz? Hem tüm ihtiyaçlarımızı karşılaya

cak, hem de hafif bir çanta hazırlamak mümkün mü?

Nereye gidersek gidelim, hep bizimle olacak değerlerimizi nasıl yaşayacağımızı bu modülde konuşacağız ve uygulama adımlarını deneyimleyeceğiz. Başka bir ifadeyle kendimizin en iyi hali olmanın tadını çıkarmaya başlayacağız.

Kendimizle olan ilişkimizden başlayarak, profesyonel,sosyal ve özel yaşamda sade, sakin ve içten halimizi resmedeceğiz.

 

 Güle Güle:)

“YOLuna ÇIK,  çünkü  YOLun AÇIK”  

 

 

 YolunAçık için notlar;

 

Farkındalık, Gelişim ve Değişim’in keyifli olduğu kadar zorlu bir süreç olduğunu biliyoruz. Bu nedenle yolun başındaki yüksek motivasyonunuzu korumak ve  daha da canlandırmak için sizleri yol arkadaşlarınızla biraraya getirmeyi öneriyoruz. Özellikle de çıkılacak bir yolunuzun olduğunu ve yolunuzun açık olduğunu duymanın çok değerli olduğu  dönüm noktalarında:-)

İlk modül: Farkındalık

Tarihler: (Toplam 18,5 sat)

04 Ekim 2012 Perşembe    (19:00-21:30)

05 Ekim 2012 Cuma           (09:30-17:30)

06 Ekim  2012 Cumartesi  (09:30-17:30)

Yer: İstanbul/Avrupa Yakası (Daha sonra yer bilgisi netleştirilecektir)

Katılım Bedeli : 550 TL +KDV

31 Temmuz’a kadar  yapılacak ödemelerinizde % 30 indirim

31 Ağustos’a kadar   yapılacak ödemelerinizde % 20 indirim

15 Eylül’e kadar  yapılacak ödemelerinizde       %10  indirim

Sorularınız için info@coachinghouse.com.tr adresinden bize ulaşabilirsiniz.

Websitemizdeki kayıt formunu doldurarak programa başvurabilirsiniz.

  

 

Haziran 17, 2012 at 2:06 pm Yorum bırakın

İç sesiniz nasıl cümleler kuruyor farkında mısınız?

Milton Erickson bilinçsiz zihnimizin; açılımlara, fırsatlara, metafor, sembol ve tezatlara tepki verdiğini  incelemiş ve bunu çalışmalarında kullanmış. Burada kurduğumuz cümlelerde kullandığımız kelimelerin önemini vurgulamış.

Kendimize kurduğumuz cümlelerin ne kadar farkındayız? Yakalayabildiğim kadar sık olmak kaydıyla iç sesimin cümle yapısını hemen kağıda dökmeye karar verdim bir süre için. Karşılaştığım cümlelere baktığımda, sonrasında atacağım adımlarımı ne kadar şekillendirdiğin farkediyorum.

Bunu geçmiş “siz” ile de yapmanız mümkün. Hatta oldukça öğretici diyebilirim. Geçmişte almış olduğum ve bana mutluluk vermiş, beni coşturmuş, motive etmiş kararlarım öncesi ruh halimi gözümün önüne getirdiğimde, hemen kendime kurduğum cümleleri hatırlayabiliyorum. (teşekkürler eşsiz beynim)

“Bunu yapabilirsin, yapmak için şöyle organize olursun, şunları koordine edersin, gerçekleştirdiğinde şunları duyacaksın” gibi içimden konuştuğumu hatırlayabiliyorum.  Bu çok önemli bir kelime, çünkü tanımı yapılmış net bir hedefim var,  yapabilirsin pozitif bir yaklaşım, şöyle  organize olmak kısmına geçilmeden once pozitif yaklaşım ile görsel beyin sistemim devreye girmiş. Yapabilsek trilyonlarca seçenek sunabiliriz/görebiliriz, onlarcası da yetmiş bana geçmişte. İşte bu sayede planlayabilmişim, gerçekleşince nasıl hissedeceğimi öngörebilmişim. Tüm bunlar beni o yolda tutmuş.

Başarmak için kapasitem, isteğim,  hatta kendime güvenim varken başarısız olduğum anlara baktığımda hatırladığım iç sesim şunları söylüyordu: “Başına birşeyler gelecek ve yapamayacaksın, hep böyle olmaz mı, seninle alakalı olmasa da sonuç senin istediğin gibi olmayacak.” Yapamayacaksın dediğim an duygusal beyin sistemine kitlenmiş ve tüm olumsuz deneyimlerime takılı kalmışım. Ondan sonrası zaten kendiliğnden oluşmuş, bildiklerimi unutmuş, başarısızlığı tatmışım.

Kendinizi bir işi yapmaya götüren, motive ettiren, heyecanlandıran cümleniz emir kipinden de olabilir. Örneğin beni iç diyoloğumda  motive eden cümle “yapabilirsin” olurken, sizi eden “yapacaksın” olabilir. Önemli olan bunu farkediyor olmanız.

Şimdi oyuna hazır mısınız? İç sesinizi cümleler olarak kağıda dökün bakın nasıl konuşuyor sizinle? Nasıl konuşunca motive oluyorsunuz? Bunu daha da yaygınlaştırıp  kurduğunuz cümleleriniz sonucu, eşinizin, çocuğunuzun ekip arkadaşlarınızın davranışlarına bakın; Milton Erickson’un bize sunduğu ipucunu kullanabilir, önce kendimizin, sonra da paydaşlarımızın bilinçsiz zihnine ulaşıp onlara uygun cümle yapısıyla, sembol metafor ve tezatları kullanarak, güçlü sorular sorarak hayallerini gerçekleştirmede yardımcı olabiliriz. Biz buna koçluk yapmak diyoruz zaten…

Can Karaburçak

Şubat 16, 2012 at 1:08 pm Yorum bırakın

İçimizdeki Ayna

Duyguların ve davranışların bulaşıcı olduğunu biliyoruz. Gözünün içi gülen birinin karşısında biz de gülümsüyoruz, acı içinde çaresizce kıvranan biri de bize benzer duyguları  yaşatıyor. Hollywood ise ayna nöronların bize hediyesi olan duyguların paylaşımını en çarpıcı şekilde yıllardır kullanıyor; bir macera filminde esas oğlanı kötü adamlar kovalarken biz de heyecanlanıyoruz ya da bir aşk filminin kavuşma sahnesinde biz de göz yaşlarımızı tutamıyoruz. “Senaryoyu yaşıyoruz”, “filmin içine girdik” dediğimizde ayna nöronlarımız çalışıyor aslında.

1990’lı yıllarda Parma Üniversitesinde Giancomo Rizzolatti ayna nöronlar ile tüm bilim dünyasını tanıştırdıktan sonra “ilişki” tanımı da değişmeye başladı. Ayna nöronlarla açıklanan “empati” kavramı, iletişim becerileri seminerlerinin en çok tercih edilen konusu olarak sunumlarda kullanılır oldu. Böylece karşımızdakinin duygularını anlayabilmenin ve devamında onu anladığımızı ifade edebilmenin iletişimin sihirli formülü olduğunu öğrendik. Biraz daha spiritüel bir yaklaşımla karşımızdaki kişinin ayakkabılarından dünyaya bakabilmeyi, aslında öğrenmedik, sadece hatırladıkJ

David Brooks (The Social Animal kitabında) ayna nöronları ne zaman kullanmaya başladığımızı çok da eğlenceli bir şekilde anlatır. Bebekler, kocaman alınları, gözleri ve küçücük burunları ile tüm annelere kendilerini sevdirecek anatomiye sahip olmanın yanısıra, ayna nöronları da muhteşem kullanabilecek beceriyle birlikte doğuyorlar Brooks’a göre. Kendisine gülümseyerek yaklaşan annesine, gülücüklerle karşılık verebiliyor. Böylece sevgili yenidoğan tüm uykusuz geceler için aldığı kredi ile hiç bitmeyecek bir ilişkinin sarsılmaz temellerini atmış oluyor. Daha farklı bir ifadeyle hepimiz dünyaya yeni geldiğimiz günlerde ayna nöronlarımızı mükemmel kullanmayı biliyorduk.

Peki bu bilgiyi profesyonel yaşama ve ilişkilere yansıttığımızda  duygularımızı, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı farkındalıkla nasıl ifade etmeyi seçiyoruz?

Claude Steiner’in 1997’de kullanmış olduğu “duygusal okuryazarlık” kavramı, bence bu soruya verilebilecek en içi dolu yanıt olacaktır. Steiner’e göre karşımızdaki kişi ile yaşadığımız ilişki ve onun duygularını anlama çabamız aslında kendi duygularımızı farkındalıkla yaşayarak gerçekleşebiliyor. Böylece kişinin kendisiyle kurduğu ilişki, diğer kişiyle kurduğu ilişkinin bir yansıması olarak görülebiliyor. Bir parçası olduğumuz takımlar ve ilişkiler karşımızdakini anlamanın ötesinde kendi duygularımızı da farkındalıkla yaşamamıza alan yaratıyor.  Takım arkadaşımızın başarı sevincini ya da hissettiği gerilimi anlayabilmemiz için başlangıç noktamız kendi içimizde aynı duyguları aramak oluyor. Daha geniş bir bakış açısıyla ilişkiler yoluyla sevgili ayna nöronlar takımın bütününü tanımlayan duyguları şekillendiriyor. İşte tam bu nedenden dolayı takım koçluğu çalışmalarında ikili ilişkilerin ötesinde bütünsel bir yaklaşım etkili sonuçlar yaratabiliyor. Duygular, düşünceler ve davranışlardan söz ettiğimizde birbirimize ne kadar da bağlı olduğumuzu farkedebilmek değerli ve çok keyifli bir başlangıç noktası oluyor.

Üzerinde düşünebileceğimiz bir kaç soru:

-Duygu okur yazarlığını ne ölçüde farkındalıkla ve tutarlılıkla sergileyebiliyoruz?

-Çalışma arkadaşlarımız bizi nasıl algılıyorlar?

-Takımı ikili ilşkilerin ötesinde bütünsel bir sistem olarak tanımladığımızda, duygularını nasıl ifade edebildiğini söyleyebiliriz?

-Takımın bir üyesi olarak içinde bulunduğumuz takımın duygularını nasıl zenginleştiriyoruz?

-Bu takımın üyesi olmak duygusal olarak bize neler katıyor?

 

Mine Kobal Ok

Şubat 6, 2012 at 6:20 pm Yorum bırakın


Yeni gönderimlerden haberdar olmak için e-posta adresiniz

Diğer 86 aboneye katılın